Seri katillerin duygusal zekası yok ROPÖRTAJ

Seri katillerin duygusal zekası yok ROPÖRTAJ
Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut Prof. Dr.Yankı Yazgan ile seri katillerin EQ'ları, çocukken işlenen suçların nelere yol açabileceğini konuştu.

AKŞAM - Goebells ve Führer arasında nasıl bir ilişki var, seri katillerin EQ'ları düşük mü, cinsel açıdan aktif olanlar aptallaşır mı, çocukken işlenen suçlar nelere yol açabilir? Doyumsuz bir Serdar Turgut ve Yankı Yazgan sohbeti…


Serdar Turgut : Son günlerde Joseph Goebbels'in anılarını okuyorum. Bu konuyu sizinle konuşurum diye bekliyordum ama kendimi daha fazla tutamayıp köşemde yazdım.

Yankı Yazgan: Siz de hep kötü adamları buluyorsunuz.

İ S.T.: Ama Führer'le aralarında bir ilişki var, bunu keşfettim, Goebbels eşcinsel çıktı.

Y.Y.: Anlaşılması zor adamlar ikisi de... Belki Goebbels kendisini ancak bir erkeğin anlayabileceğine inanıyordu.

İ S.T.: Anlamaktan öte, birbirlerine derin duygular besliyorlar, Goebbels hatıralarında Führer için 'ne kadar anlayışlı, iyi bir adam, bana çok yumuşak davranıyor' diyor. Bana çok komik geliyorlar.

Y.Y.: Komikten öte değil mi? Temel özellikleri gaddarlık olan iki adamın ihtiyaçlarının kendilerine gösterilecek yumuşaklık olması...

İ S.T.: Führer için çok 'ince ruhlu bir adam' diyor.

Y.Y.: İşte bu durum da adamların sevilme, yumuşak davranılma ihtiyaçlarının yoğunluğunu göstermiyor mu?

İ S.T.: Evet Goebbels'in ihtiyacının yoğunluğunu gösteriyor, Führer'e 'ince ruhlu' diyebilmek için deli olmak lazım.

Y.Y.: Bazı konularda klişelerimiz var, ince ruhluluk, nezaket, sanatçılık, parlak bir adam olma vb… Faşist diktatörler böyle tiplerden de çıkabilir aslında.

İ S.T.: Bana bir eşcinseli tarif ediyorsunuz şu anda. Benim de böyle önyargılarım var ama doğru çıkıyor sonra.

Y.Y.: Ama doğrudan cinsellikle, cinsel kimlikle ilgili bir şey değil bu. Daha beyinsel bir eğilim. Baron-Cohen adlı bir araştırmacının tanımıyla konuşursak beynin cinsiyeti, bedensel cinsiyet ya da cinsel yönelim ve eğilimden farklı olabilir.

İ S.T.: Eşcinselliği sadece cinsel boyuta indirgemeden yaşanan sosyolojik ve kültürel bir olgu olarak görüyorum ben. Hayata karşı bir tavır... Cinsellik boyutu beni pek ilgilendirmiyor.

Y.Y.: Aseksüellikte de aynı şeyi görme ihtimaliniz var o zaman…

İ S.T.: Aseksüel insan nasıl yaşıyor bilmiyorum.

Y.Y.: Valla paşalar gibi yaşıyor, pek çoğu da gayet mutlu olduğunu söylüyor bu şekilde.

İ S.T.: Seksüaliteyi hayattan çıkarmak insanı rahatlatmaz mı? İnsan 'ununu eleyip duvara astıktan' sonra da yaratıcı olamaz mı?

Y.Y.: Çok üreten kişilere baktığınız zaman... Mesela Einstein'ın zekasından konuşmuştuk geçen hafta, onu düşünelim.

ENERJİ CİNSEL ALANDA BİRİKİR

İ S.T.: Ama Einstein çok aktifti bildiğim kadarıyla, deniliyor ki Marilyn Monroe'ya bile asılmış. Einstein'ın buna vakit bulabilmesi bile enteresan…

Y.Y.: Üretici ve derin düşündüğü dönemlerde seksüaliteyle ilgilenebilecek bir enerji fazlası olacağını sanmıyorum. Bu yüzden, pek çok yazar-çizer aylarca odasına ya da sığınağına kapanıp roman yazdığında, aynı dönemde cinsel hayatını 'rölantiye' aldığı oluyor.

İ S.T.: Cinsel açıdan çok aktif olmak insanı aptallaştırabilir mi?

Y.Y.: Tam tersi yönde de düşünebiliriz. Eğer çok akıllı değilseniz, cinsel arzularınızı cinsellik dışında bir alana yönlendirmediğiniz için, 'enerji' daha çok cinsel alanda birikiyor. Ama hayatında zihinsel inceliklere yer olan biriyseniz, cinsel yaşamınızı cinsellikten farklı yönlere ilerletebiliyorsunuz.

İ S.T.: İlginç. Peki, seri katil olmada genlerin etkisi var mı?

Y.Y.: Genetik olup olmadığı belli değil. Ama acıma duygularının neredeyse doğuştan başlayarak mevcut olmadığını görebiliyoruz.

İ S.T.: Yani seri katillerin duygusal zekası yok.

Y.Y.: Büyük ihtimalle öyle. Suçluluk duyguları da zayıf.

İ S.T.: Demek ki IQ'su çok yüksek olup da EQ'su düşük olanlar tehlikeli insanlar…

Y.Y.: Tehlikeli olabilirler. Bu tip insanların önemli bir bölümünün çocukluklarında kedilerin kuyruğunu kesme, hayvanlara ya da kendinden küçük ve güçsüz olanlara eziyet gibi davranışlar görülür. Ama 4-5 yaşlarında yapılan eziyetle 8-9 yaşlarında yapılan farklıdır. Her çocuğun yapabileceği zalimlikler olabilir, bunu hangi yaşa kadar sürdürdüğü patoloji olup olmadığını gösterir. Bir örnek vereyim; kızım İdil 3,5 yaşındayken bir tatil köyünde “baba bak, yavru karıncaları öldürdüm' diyerek yanıma geldi. Ben de ona 'niye öyle yaptın, sonra anneleri üzülür” diye beylik bir cevap verdim. İdil'in cevabı “üzülmesin diye, onu (anneyi) da öldürdüm” oldu.

İ S.T.: Bu şuna benzedi; adam karısına kızıyor ve öldürüyor sonra çocuklarını da öldürüyor. Ben bunu anlamıyorum.

Y.Y.: Bazen ağır depresyon geçiren insanlar kendileriyle birlikte aile üyelerini de öldürdüklerinde, geride kalanları dünyanın sıkıntılarına katlanmamaları için öldürdüklerini ifade ediyorlar sağ kalabilirlerse. Kendilerince, aile üyelerine bir tür iyilik yapıyorlar.

İ S.T.: Bu insanlar başkalarına zarar vermeye kalkarlarsa çok kötü olmaz mı?

Y.Y.: Başkasına zarar verme kendine zarar vermeyle ikiz bir davranış. Saldırganlık her an kendinize de dönebilir. Bir umutsuzluk anında 'kurtarmak için' başkalarına zarar verebilirken, ikincisinde ise kendini kurtarmak amaçlı kendisine zarar verebilir.

İ S.T.: Hayvani bir davranış yani…

Y.Y.: İyi eğitilmemiş, gelişmemiş insan davranışı. Ama ben öldürme gibi aşırı gözüken bir eyleme takılmayıp, gündelik hayattaki bir örneği işlemeyi tercih ederim. Benim bu konudaki klasik örneğim, sırada başkasının önüne geçmektir.

İ S.T.: Bu dünyada iyi eğitilmiş insanlar çoğunlukla mutsuz olup bir köşeye çekilmek mi zorunda? Çünkü insanlar genelde tarif ettiğiniz saldırganlık modundalar.

Y.Y.: Aslında en saldırgan ya da ilkel diye tanımlanan insanlar bile, temel ihtiyaçlarının karşılanacağına kanaat getirdiklerinde bu davranışların büyük bölümünü bir kenara bırakabiliyorlar.

İ S.T.: Ama Türkler bu işin dışında değil mi, Almanya'ya gidiyorlar orayı bozuyorlar mesela?

Y.Y.: Bozduklarını pek düşünmüyorum. Tabii ki ilk kuşak kendi alışkanlıklarını sürdürüyor ama ikinci üçüncü kuşaktakiler buranın kültüründen edindikleri uyanıklık gibi bir takım özellikleri sürdürürken oradaki sistemin gerekleriyle bunları bağdaştırabiliyorlar.

ABD’DE KAPİTALİZM BİTTİ

İ S.T.: Şimdi Türkiye'deki eğitim modelinin iyi insan yetiştirdiğini sanmıyorum ben…

Y.Y.: Ben ülkemizdeki insanların hakkını alabileceğine inanmakta zorlandığını, kaygı duyduğunu düşünüyorum. Pek çok yanlış, başkalarını rahatsız eden davranışın altında bunun olduğunu düşünüyorum.

İ S.T.: Çoğu zaman bu hak hiç verilmemiş.

Y.Y.: Doğru, ama bakın Türkiye'de yüksek oy almış partilerin hepsinin adının içinde 'adalet' kelimesi var. Şimdilerde hakların da bir bağış gibi verilmesi söz konusu. Örneğin yoksulların beslenme hakkı, eğitim hakkı sanki borçlu kılınarak veriliyor.

İ S.T.: Nedir borçlu kılınarak verme?

Y.Y.: Yurttaşlığın getirdiği anayasal bir hakkın yerine getirilmesi şeklinde değil de bir minnet duygusu oluşturarak adeta lütuf yapmak. Bu modern toplum içindeki hak kavramından farklı. Belki babacan bir yaklaşım ama toplumsal olarak hak bilincini geliştirmiyor. Hakkınız olanı size verdiği için kendinizi bir partiye, bir derneğe, bir tarikata ya da bir kişiye borçlu, bağımlı hissediyorsunuz.

İ S.T.: Aslında Türkiye'de halen sosyalizmin büyük potansiyeli olduğunu düşünüyorum.

Y.Y.: Kesinlikle öyle, dünyada da artık kapitalizm, bildiğimiz anlamdaki sistemler çöküyor. Siz yakınlarda Amerika'daydınız, kapitalizmin merkezinde. Durum nasıldı?

İ S.T.: Orada bitti; çöküş başladı zaten.

Y.Y.: Türkiye'de toplumda yurttaş hakkı bilincinin geliştiği ölçüde demokratikleşmenin de gerçekleşeceğini ve insanların psikolojik olarak da daha sakin, kendinden emin, gelecekle ile ilgili kaygılarının daha az olacağını göreceğiz.

İ S.T.: Sakin insanlardan oluşan, sosyalist bir Türkiye modeliyle bitirelim o zaman…

Y.Y.: Bunu kafaya koyacak, hatta kafaya takacak insanlara ihtiyaç var. Bütün bu ideallerin, hakça bir işleyişin çok da uzak bir gelecekte gerçekleşmesi gerekmiyor. Aileler, işyerleri vs. hakça bir biçimde yönetilebilirler. Yönetici pozisyonunda olanların kendilerini bir takım kullara hak dağıtıcı olarak görmekten vazgeçmeleri ile başlanabilir.

 


--------------------------------------------------------------------------------

 

Evde kötü muamele gören suça kolay bulaşır

Y.Y.: Çocukların ilgi ve sevgi görmemesi konusunda İngilizlerin yaptığı bir çalışma yayınlandı New Scientist'te. Suç oranları 1950'lerden 90'lara doğru neredeyse 40 katına çıkmış çocuk ve ergenlerde. Yeni Zelanda'da yapılan bir çalışmada ise, 70'lerde doğmuş çocukları takip ediyorlar. Anlaşılıyor ki suça meyilli ve taşkın davranışlar gösteren çocuklar çocukluklarında evlerinde kötü muamele, (dayak, aşağılama, önemsenmeme vb.) görmüşler. Bu çocuklar kapasitece arkadaşlarından daha geride kalıyorlar, suça daha kolay bulaşabiliyorlar. Buradan çıkan şu; bu çocukların ailelerine baktığınızda, onların da benzer bir şekilde, hem kötü muamele ile hem de davranış modeli ile etkilendiklerini görebiliyorsunuz.

İ S.T.: Acaba genler mi etkili?

Y.Y.: Evet ama tek başına değil. Neredeyse daima ikinci, çevresel bir faktör daha var. Bir saldırgan davranışımızı, MAO adlı maddenin metabolizmasını düzenleyerek kontrol eden bir gen var. Bu genin belli bir tipini taşıyorsanız ve çocuklukta kötü muamele görerek büyüdüyseniz, saldırgan ve suç işleyen biri olma ihtimaliniz yükselir.

İ S.T.: Suçtan arınmış bir toplum oluşturmak anne babaların elinde o zaman.

Y.Y.: Kesinlikle öyle. Bu tür becerileri daha çocuk doğmadan ebeveynlere kazandıran programlar uygulandığında, yaklaşık 20 yıl sonra yapılan izleme çalışmalarında çocukların suçluluk oranlarında azalma görülüyor. Ama soğukkanlı, gözünü kırpmadan cinayet işleyen vakaları bir kenara ayırmak lazım. Bu grup için aslında çocukluklarında böyle bir öykü olup olmaması önemli değil. Bu küçük bir grup ama geçmişlerinde pek bu tür psikolojik yıkıcı olaylara rastlamıyoruz.

Bu haber toplam 6051 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.