Melda BEKCAN

Melda BEKCAN

Kutsal 'mahrumiyet' hazinesi! -

Kutsal 'mahrumiyet' hazinesi! -

Günün birinde geçmişe dönüp baktığınızda, önceden yaptıklarınıza güler geçersiniz. O mahrumiyetler artık pek anlam ifade etmez. Ama bir şey hariç; kaybedilen ‘canların’ acısı öyle kolay unutulmaz. Gelin görün ki, zamanında da kıymeti fazla bilinmez...

Okuduğunuz başlığı yadırgayarak ‘Bu da ne demek? İnsan bir şeyden mahrum kalınca üzülür. Hiç bunun kutsallığı, hazinesi olur muymuş?’ diye düşünebilirsiniz. Belki size biraz garip gelebilir; ama ben, bazı durumlar için mahrumiyetin büyük bir nimet olduğunu düşünüyorum. Nedense sahip olunanların ‘gerçek’ değeri, çoğu zaman onlardan ayrı kalınca anlaşılıyor…

Bugüne değin, önceden sahip olup da sonradan mahrum kaldıklarınızın ardından neler hissettiğinizi düşündünüz mü hiç? Bir kere herkesin çocukluğunda en sevdiği oyuncağına dair acı bir hatırası vardır mutlaka. Ya misafirliğe gelen teyzenin çocuğunun ağlamalarına dayanamayan anneniz ‘Yavrum artık eşyalarını başkalarıyla paylaşmayı öğrenmelisin!’ diyerek elinizden alıp, o çocuğa vermiştir yanınızdan ayırmadığınız oyuncağınızı ya da ‘Acaba şunun şurasında ne var?’ merakıyla biraz fazla kurcalayıp bizzat kendiniz onun hakkından gelmişsinizdir! Sonra da mahrum kaldığınız oyuncağınızın arkasından ağlamaya başlamışsınızdır avazınız çıktığı kadar…

Yaş biraz ilerleyince bu sefer en sevilen kıyafetin küçük gelmesi yüzünden başlar mahrumiyetler. Artık o güzelim bayramlıkların içine sığmakta zorlandığınızda, yine anneniz girer devreye; ‘Bak bu kıyafetler sana olmuyor, filancanın çocuğuna verelim, onun üstüne tam gelir.’ Ne kadar dil dökseniz de annenizi ikna edemezsiniz. Bir zamanlar üstünüzden çıkarmadığınız kazağınızı, başkasının üstünde gördüğünüzde, belli etmeseniz de ondan mahrum kaldığınız için biraz üzülürsünüz…

Günün birinde, geçmişe dönüp baktığınızda ise, önceden yaptıklarınıza güler geçersiniz. O mahrumiyetler artık pek anlam ifade etmez. Hatta onları ihtiyaç sahiplerine vermiş olmanın mutluluğunu yaşamaya başlarsınız. Ama bir şey hariç; kaybedilen ‘canların’ acısı öyle kolay kolay unutulmaz. Gelin görün ki, zamanında da maalesef kıymeti fazla bilinmez...

Bilmem size de öyle oldu mu; ama ben, Zigana Geçidi’nde üzerlerine çığ düşen dağcıların, faciadan kısa bir süre önce çekilmiş video görüntülerini izlediğimde çok etkilendim. Nasıl da gülüp eğleniyorlardı; çok değil birkaç saat sonrasında, etraflarını çepeçevre sarmalayan karın, çığ olup üzerlerine düşeceğinden habersiz olarak. Onları izlerken bir an ‘Çok dikkatli olun!’ diye haykırmak geldi içimden, elimden bir şeyler yapabilmek geliyormuş gibi…

Bugün benim elimden bir şey gelmese de bu alanda uzman kişilerin söylediklerine göre, zamanında uygulayacakları basit bir testle, o alana çığ düşüp düşmeyeceğini anlayıp önlem alabilirlermiş. Bu bilgiyi öğrendikten sonra canım daha çok sıkıldı. Özellikle de arkasında ‘Dağlar beni çağırıyor ama kızım bırakmıyor.’ yazısını bırakıp çığ altında kalan dağcının yavrusu için. Gün gelecek, o küçük kız da büyüyecek ve arkadaşları kar yağdığı için sevinirken, burnuna düşen her kar tanesinde, belki babasını hatırlayıp hüzünlenecek…

Hepimizin kutsal mahrumiyet hazinesinin içine elimizi daldırıp avuçlarımıza gelenlere bakarak ders alması gerekiyor; bundan sonraki hayatımızda, yitirdiklerimizin ardından hüsranla bakmamak için…

Bu yazı toplam 3853 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Melda BEKCAN Arşivi