Otizm ve Beslenme Üzerine (Söyleşi)
DR. CEM KINACI Otizm ve beslenme arasındaki ilişkiyi zafer dergisinden Ömer Baldık'a verdiği Röportajla ayrıntılı olarak açıkladı.
Röp: Ömer Baldık
Dr. Cem Kınacı. Nükleer tıp uzmanı. Otizmle ilgili çalışmaları sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da ses getiren bir isim. National Autism Association’ın üyesi. İsmi ilk defa otizm riskini artıran civalı karma aşılar iddiasıyla gündeme gelen Kınacı’ya göre, otizm tedavi edilebilir bir hastalık. Fakat bu ve benzeri hastalıkların ardında genel sağlığı etkileyen çok daha tehlikeli bir durum var: O da marketlerde ürünlerin raf ömrünü uzatmak için gıdalara konan ‘koruyucular.’ Dr. Cem Kınacı, üreticilerin gururla ‘doğal gıda’ diye reklâmını yaptıkları bu gıdaların doğal olmadıklarını ve insanların sindirim sistemini son derece olumsuz etkilediğini söylüyor ve şu soruyu soruyor: “Koruyucular, bu gıdaları yiyenleri mi koruyor, yoksa sermayeyi mi?”
Kamuoyunda otizm üzerine yaptığınız çalışmalarla tanınıyorsunuz ve sizin oğlunuz Ata da bir otistik. Bunu ilk öğrendiğimde aklıma hemen Lorenzo’nun Yağı filmi geldi. O film, mutlu sonla bitiyordu, siz de mutlu sona ulaştınız mı?
OĞLUMUZ Ata sağlıklı bir çocuk olarak dünyaya geldi. 1,5 yaşına kadar herşey yolunda gibi görünüyordu. Keçi pisliği gibi kakasını yapıyordu, o zaman bu soruna “oğlak burcu işte, ne olacak, tabi ki keçi gibi pisleyecek” diye espri ile yaklaştık. Biz de pek çok ebeveyn gibi “en temiz, en sağlıklıdır” mantığıyla (ki bunun her zaman doğru olmadığını acı bir biçimde sonradan öğrendik) çocuğumuzu hep ambalajlı, koruyucu (?) maddeler içeren gıdalarla besledik. Aşılarını da hiç ihmal etmedik.
Onsekizinci aydaki aşılarının ardından Ata hızla değişmeye başladı. İçine kapandı, kendisine seslendiğimizde yanıt vermemeye, kendi etrafında dönmeye, sallanmaya başladı ve her türlü gıdayı alabilen çocuk bir bir çeşidi azalttı ve üç-dört çeşide kadar düştü. Pek çok ebeveynin yaptığı hatayı biz de yaptık ve değişen herşeyi bir başka nedene bağlayarak bunların bir hastalık belirtisi olmadığını düşündük. Özellikle de ben bir hekim olmama rağmen sanırım pek konduramadım.
Ata iki yaşına geldiğinde, daha önce kelimeleri olan çocuk gitmiş yerine artık kakasının ne olduğunu bile algılayamayan bir çocuk gelmişti. Yaşadığımız şok, otizm tanısını almasıyla da kabusa dönüştü. Ata'nın tedavisinde işte böyle bir noktadan yola çıktık ve eşimin de büyük desteği ve araştırmacılığı ile bugüne geldik. Artık oğlumuz, bilgisayarında bizim bile başaramadıklarımızı kendi kendine keşfedebilecek bir noktada. Dilediğinde her arzusunu ifade edebilecek düzeyde konuşabiliyor. Her yönüyle tam gelişmiş düzeyde mi? Henüz hayır. Ama yola çıkış ile geldiğimiz nokta arasındaki fark çok ama çok önemli.
Bize otizmden bahsedebilir misiniz?
AUTISM Research Institute’a göre otizm; çevresel faktörlerin etkilemesiyle, genlerdeki değişikliklere bağlı olarak barsak geçirgenliğinin bozulması neticesinde ortaya çıkmaktadır. Böylece barsaktan doğru ve yeterli gıda, mineral ve vitaminlerin geçirilememesi nedeniyle bazı enzimler, aminoasitler ve hormonlar yeterince üretilememekte ve bunların yapması gereken işlevlerde eksiklikler veya kusurlar oluşmaktadır. Buradan hareketle söyleyebileceğimiz en önemli sorunlardan biri, vücudu toksinlerden temizleyen metabolik faaliyetlerin yeterince yapılamamasıdır. Hepimiz hemen her kaynaktan çeşitli şekillerde ve miktarlarda toksik maddeleri alıyoruz, ama sağlıklı ve yeterli bir metabolizmaya sahipsek bunları temizleyebiliyoruz. İşte otizm yelpazesindeki hastalıklarda çocuklar bunu yeterince gerçekleştiremediklerinden, aldıkları toksinler vücutlarından atılamadığından, özellikle yağdan zengin dokularda birikmektedir. Beyin de yağ bakımından en zengin organlar arasındadır. Böylece beyinde biriken toksik maddeler (ki bunların arasında ülkemizde en yaygın görüleni kurşundur) çeşitli düzeylerde hasarlar oluşturmaktadır.
Yani sorunun temeli, beslenmeyle ilgili, öyle mi?
ÖNEMLİ ölçüde, evet. Ama bunun dışında çocuğun doğuşta bağışıklık sisteminin yeterince gelişmemiş olması da bir etken. Burada ise normal doğum yerine, sezeryanla doğumun etkisi söz konusu olabiliyor. Sezeryan yöntemi, çocuğun dünyaya yeterince gelişmiş bir bağışıklık sistemiyle gelememesine yol açıyor. Ama dediğim gibi, sorunun önemli bir parçası, doğru beslenmeyle de ilgili. Bu konuda pek çok doğru sandığımız yanlışımız var. Medyada inanılmaz bir bilgi kirliliği hakim. Eksik veya abartılarak yanlış anlamalara neden olabilecek reklamlarla halkımızın sağlığı tehdit altındadır. TV'den duyduğumuz herşeyi bir müddet sonra doğru olarak kabullenen toplum elbette sorgulamaz. Ambalajında gururla "Doğal" sıfatını taşıyan bir yoğurdun nasıl oluyor da iki yada dört ay boyunca annelerimizin mayaladığı yoğurt gibi birkaç gün içerisinde ekşiyip su salmadığını anlamak mümkün değildir.
Aşılarda bulunan cıva oranının da otizme yol açabildiğini söylüyorsunuz. Bunu açar mısınız biraz?
DAHA önce bu konuyla ilgili kamuoyunu bilgilendirmiştim. Eski yöntemle imal edilmiş olan aşılarda thimerosal adı verilen cıva oranı yüksek madde, insan sağlığını tehdit edecek boyuttaydı. Bu madde, aşıların ömrünü uzatmak için kullanıyor. Neyse ki Sağlık Bakanlığı, artık içerisinde thimerosal olmayan aşıları ithal edeceğini 2007 yılı içerisinde duyurdu. Ancak bildiğim kadarıyla hâlâ eski aşılar kullanılıyor. Sanırım, stokları tüketiyorlar. Yalış anlaşılmasını istemem, karşı olduğum konu aşılar değildir. Aşılar pek çok hastalığın önlenmesinde çok önemli bir role sahiptir, ama thimerosal (%49 civa içerir) içerenleri değil de içermeyenin kullanılmasını istemek de en doğal hakkımızdır. Çoklu doz aşılar yerine, tekli doz aşılarda bu madde yok denecek düzeyde veya yoktur. Kurşunsuz benzini destekleyenlerin, civasız aşıya neden sıcak bakamadıklarını anlamak için aşı satan firmaların cirolarını bilmek yeterince açıklayıcı olacaktır. Merak edenler, bu konuyu araştırabilirler.
Peki aşıların dışında, bu yönde sağlığımızı tehdit eden başka şeyler de var mı? Ve sanayileşmenin artışı, genel olarak bu seyri hızlandırıyor diyebilir miyiz?
YANLIŞ sanayileşme ve bunun getirdiği yeni yaşam biçimi demek daha doğru olur. Dikkatinizi özellikle şuna çekmek istiyorum. Marketlerin raflarında daha uzun duran ürün, biri gelip onu satın alıncaya kadar bozulmadan durabilen ürün, üretilenin satılamayıp geri dönmemesi demektir. Bu da "sıfır fire" demektir. Ama bunu yapanlar geleceğimiz ve en değerli varlıklarımız olan çocuklarımızdan "fire" vermemize neden olduklarının acaba farkındalar mı? Bakınız, o raf ömrü uzatılmış ürün niye bozulmaz? Çünki içerisinde üreyebilecek zararlı bakteri ve mantarları öldürmeye yönelik bir "koruyucu" (ne kadar masum bir kelime!) madde vardır. Vücudumuz 110 trilyon hücreden oluşur ve bunun sadece 10 trilyonu dokular ve organları oluşturur. Gerisi yani 10 katı kadar hücre ise barsaklarımızda bizim yaşam kaynağımız olan besinleri parçalayıp sindirmekle görevli iyi bakteri ve mantarlardır. Şimdi basit bir soru: Sizce bu "koruyucu maddeler" barsaklarımızdaki iyi bakteri ve mantarları gıdalarda oluşabilecek kötülerden ayırtedebilme özelliğine sahip midir? Hayır! O koruyucu madde maalesef sadece sermayeyi korumaktadır, onu tüketenleri değil. Raf ömrü uzatılmış her ürün barsaklarınızdaki iyi bakteri ve mantarları onları her tükettiğinizde milyonlarcasını öldürmektedir. Bu yüzden otistik çocukların %85’inden fazlasının sindirim sistemleri sağlıklı çalışmaz.
Bu alanda esas sorun, ‘ahlâk sorunu’ mu acaba?
BAKINIZ, buradaki en önemli sorun zaten ahlak sorunudur. Birileri fire vermemek için gıdalara bu katkıları koymasa, birileri öyle olmadığı halde ürününe doğal etiketini yapıştırmasa, birileri birkaç dolar kâr edeceğim diye sağlıktan tasarruf yapmaya kalkmasa, birileri ucuz ve kolay çıkan boyalar kullanıp bizleri zehirlemese, bibere kiremit tozu, ete soya katılmasa, olmasa, yapmasa, sa, sa, sa....... bu böyle gider. Bu ürünleri üretenlere, satanlara ve bunları denetleyenlere bakınız. Ben çok dikkatli bakınca bir aile fotoğrafı görür gibi oldum. Sizlerin ve okuyucuların da dikkatli bakmalarını öneririm. Yanılıyorsam, lütfen beni uyarınız, yok yere kimsenin günahını almak istemem.
Son olarak, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
YURT İÇİ ve yurt dışında verdiğim tüm konferanslarda beni dinlemeye gelenlere söylediğim bir şey var:
Her şeyi olduğu gibi kabullenmeden önce, lütfen sorgulayınız!
LORENZO’NUN YAĞI
SUSAN SARANDON ve Nick Nolte'un oynadığı 'Lorenzo'nun Yağı' adlı film, Lorenzo ile babası Augusto Odone'un hikâyesini tüm dünyaya tanıtmıştı.
İki yıl ömür biçilen Lorenzo, hareketli bir çocukken birdenbire sık sık düşmeye, sağa sola çarpmaya başladı. Lorenzo'nun, körlük, konuşamama ve felçle kendini gösteren genetik hastalık ALD'ye yakalandığı ortaya çıktı. ALD, X-kromozomundaki bir genetik hatadan kaynaklanıyordu. Belirtileri görme ve duyma bozukluklarıyla başlayarak saraya benzer nöbetler, felç ve demansla sürüp, hastaları ölüme götürüyordu.
Her şeye rağmen umudunu yitirmeyen baba Augusto Odone, gecesini gündüzüne katarak aylarca bu hastalığı araştırdı, dünyanın çeşitli yerlerindeki uzmanlarla temasa geçti. Baba, sonunda oğlunu iyileştireceği söylenen ve hastalığa neden olan kandaki uzun zincirli yağ asitleri seviyesini normale indiren bir yağın varlığını keşfetti. Yağ, Lorenzo'nun hastalığını iyileştirmediyse de durdurdu.
Daha sonra, Amerikalı, İtalyan, Belçikalı ve Alman bilim adamlarından oluşan bir ekip 10 yıllık bir çalışmayla, 'Lorenzo'nun yağı'nın yararlı olduğunu saptadı.
OTİZM NEDİR?
RAIN MAN (Yağmur Adam) filmiyle tanınan bir hastalık otizm. Ömür boyu süren beyinsel bir rahatsızlıktır. Sosyal etkileşimde, sosyal iletişimde kullanılan dilde veya sembolik veya hayali oyunda gecikmelerle kendini gösterir. Otizm yaşamın ilk 3 yılında ortaya çıkan bir sendromdur. Kişi gördüklerini, duyduklarını, duyumsadıklarını doğru bir şekilde algılayamaz; bu nedenle sosyal ilişkileri ve davranışlarında ciddi sorunlar vardır. Erkeklerde daha yaygın olarak görülür. Otizm ya kendi başına ya da zeka geriliği, öğrenme güçlüğü, epilepsi gibi diğer gelişimsel bozukluklarla birlikte ortaya çıkabilir. Otizm kelimesinin manası “kendine dönük” demektir.
Belirtileri: Çevresine karşı ilgisizdir. Olaylara ve insanlara tepkisizdir. Genelde tek başınadır. İletişim güçlüğü çeker. Konuşma zorluğu vardır. İnsanlarla temastan kucağa alınmaktan ya da sevilmekten hoşlanmamak. Göz temasının çok az ya da hiç olmaması. Uygunsuz ve sebebsiz gülmek ağlamak. Seslere karşı aşırı duyarlılık ya da duyarsızlık. Objeleri kendi etrafında çevirmek. Sürekli aynı oyunları oynamak. Herşeyin aynı olmasını istemek, değişikliklere aşırı tepki vermek. Aşırı hareketlilik ya da hareketsizlik. Objelere gereksiz yere bağlanmak. Bir sebep olmadan strese girmek, üzüntü duymak. Motor hareket gelişiminde düzensizlik. (Topa vuramaz ama küpleri üst üste dizer) Tekrarlayıcı davranışlar yapar. Anlamsız kelimeleri tekrarlar. Ellerini kollarını çırpar, olduğu yerde sallanır, kendi etrafında döner. Tehlikeye karşı duyarsızlık. Acıya karşı duyarsızlık.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.