Milliyetçilik ve psikanaliz üzerine
Milliyetçilik ve psikanaliz üzerine serbest bir deneme
H. Gökhan Özgün / Radikal
Daha AB ortada yokken, bir filozofun, artık birer millet olarak fazlasıyla homojenleşen Avrupalıları anlamak için sosyoloji ve siyaseti bir kenara bırakıp, milletçe 'psikanalitik' bir tahlile tâbi tutulmaları gereğinden söz ettiğini hatırlıyorum. Bir millet ne kadar homojenleşir ve 'tektip'leşirse, hastalıklarını 'ortak' bilinçlerinin altına, derinliklere gömme ihtimalleri de bir o kadar artıyor besbelli.
Milliyetçilerin bayıldığı 'ortak milli ruh' hevesinin ardında 'ortak hastalıklarının' yüzlerine vurulmadan yaşama arzusunun yattığını görmek çok zor değil. 'Biz böyleyiz', 'Bu bizim töremiz' gibi iddialar, kültürel özgürlük-özerklik kisvesi altında, toplumsal zaafları, hastalıkları birer kültürel 'süs' haline getirme operasyonundan başka bir şey değildir.
'Bizim beyin eli ağırdır' cümlesinde olduğu gibi. Dikkat ederseniz, bu cümlede 'ben' yerine 'biz' tercih edilmiştir. Tek bir aile bağımsız ve 'özgün bir kültür' gibi tasvir edilmiştir. Hal böyle olunca da, bu ailenin ruh hastası babası, 'bu eşsiz ve bağımsız kültürün' vazgeçilmez bir 'süsü' haline gelmiştir.
Bu acılı ama lezzetli gramerin 'Ben kodu mu oturtan bir Genelkurmay Başkanı isterim.' (Erman Toroğlu) cümlesine yol vermesi an meselesidir. Burada söylenmek istenen aslında öyle bir Genelkurmay Başkanı'na ihtiyaç duyduğumuz değil, 'kodu mu oturtanın' bize çok yakışacağıdır. Yani tercih siyasi değil, kültürel ve estetiktir. 'Kodu mu oturtan Genelkurmay Başkanlarımızı koruyalım, nesilleri tükenmesin' gibi tatlı, 'milliyetçi-çevreci' bir sedası bile vardır bu cümlenin.
Aynı kişiye sorsanız, 'Mesela Yunanistan'ın da kodu mu oturtan bir Genelkurmay Başkanı olsun mu diye?' Cevabı tabii ki 'hayır' olacaktır. O, bu memleketin bir güzelliğidir, bize ve yalnızca bize yakışır.
Neyse zaten bu arada 'kodular' da, ama henüz, kimin oturacağı, kimin kalkacağı belli değil.
Bu da Türkiye'yi hâlâ üzerinde konuşulmaya değer bir ülke yapıyor.
Bir başka psikanalize muhtaç hastalık da 'Amerika' meselesidir. Son yıllarda, özellikle Sovyet blokunun çökmesinden sonra, ülkemizde ve hatta dünyanın birçok yerinde 'milliyetçiliklerin' 'Amerika karşıtlığı' üzerinden emeklemesi, sıralaması ve yürümesi aslında yepyeni bir vakadır. Eskiden bu tür milliyetçilik yalnızca 'komünist' ülkelere özgüydü.
Amerika'ya karşı bir bloka mensup olmaktan çok uzak, hatta Amerika'nın 'siyaseten gayrimeşru çocuğu' sayılabilecek Türkiye gibi milletlerin milliyetçilerinin mangalda kül bırakmaz 'Amerikan karşıtı söylemlerinin' bilinç üstünde anlaşılır bir yanı olmadığı için, altında ne var diye insan ister istemez merak ediyor.
Bu bilincin altındaki zifir karanlıkta 'ana-vatan' ve 'baba-Amerika' ikileminden başka bir şey görmek mümkün değil. Fedakâr, gariban 'ana-vatan', hovarda, egoist ama bir o kadar da güçlü 'baba-Amerika'. Baba-Amerika o ülkedeki milliyetçiliği zamanında ateşlemiş ve ortadan kaybolmuştur. Yalnız kalan 'milliyetçilik' babasını özlemektedir, kırgın ve küskündür. Amerika bu kadar 'güçlü' olmasa, onu unutup gidecek, babasız yaşamayı deneyecektir.
Ama bu kadar güçlü bir babayı da elden kaçırmak çok derin bir ıstırap mevzuudur.
Babası gelip onu ve yalnızca onu kucaklamadığı sürece lanetler edecek, babasının küçükken ona yasakladığı 'emperyalizm'li sözcükleri bile kullanacaktır. Şimdilerde aşağı mahalleye çöreklenmiş babası orada yeni 'milliyetçilikler' peydahlamakla meşguldür. Ve onunla artık ilgilenmiyordur. Üstelik artık üstünde oturmadığı bu memleketin anahtarını da hâlâ cebinde tutuyordur. Baba aşkı baba nefretine dönüşmüştür.
Bu esnada memlekette demokratlar mümkün olduğu kadar 'babasız' yaşayacak bir hayat kurmak istiyorlardır. Çok olmasa bile, en azından Avrupa kadar 'yetişkin' olmanın hayalini kuruyorlardır. Ve Amerika buna şimdilik pek ses çıkarmıyor, dahası belki de çıkaramıyordur.
Buna karşın, aşk ve nefret ilişkisinin altında 'babanın gücüne tapan' milliyetçiler, Türkiye'nin demokratikleşmesini de, AB sürecini de baba-Amerika'nın bir oyunu gibi görmekte ısrar ediyorlardır. Çünkü onların ebediyen çocuk kalacak bakışında 'baba' nın gözünden hiçbir şey kaçmaz, 'baba'nın gücü herkesle ve her şeyle aynı anda ilgilenmeye yeter. Babanın gücünün boşluğu yoktur.
Zaten bir gün büyüyüp güçlenince onlar da 'babaları' gibi olmak istiyorlardır. Babalarından ancak böyle intikam alabileceklerdir.
Eksiksiz(!) bir güç ve güçlük olarak.
Bu arada milletin anasını ağlatırlarmış, ne çare?
Analar her şeye katlanır.
...Mı acaba? Göreceğiz.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.