Servet Kızılay

Servet Kızılay

Dilbilimin Siyasal Görünüşleri: Teoman Duralı'ya Bir Cevap

Dilbilimin Siyasal Görünüşleri: Teoman Duralı'ya Bir Cevap

         Xıx. Yüzyılda artarak gelişen asri dilbilim çalışmaları 'Uluslaşma' vetiresinden payına düşeni yeterince almıştır. Ulusal devletlerin hemen hemen ilk adımları Dil ve Tarih alanında ortaya çıkmıştır. 'Kur'ân tercümesi' meselesini hatırlarsak Cumhuriyet İdeolojisi içinde bunun izlerini tesbit edebiliriz. Görünüş itibarıyle dinsel alanda vuku bulan birçok uygulama, Ulus devletin bekâsının bir teminatı şeklinde algılanan dil alanında yürütülmüştür. [Her Askeri darbenin arkasından ilk yapılan uygulamaların 'Kur'ânın tercümesine yönelik olması tesadüfi olmasa gerek. Çok yakın bir zamana kadar aynı şekilde uygulamalara rastlanır.]

Bizi burada alakalı kılan şey, Prof.Dr. Teoman Duralı'nın dil ve siyasi görünüş arasında kurmuş olduğu fikri köprünün analizidir. O, dilin görünüşlerinin siyasal görünüşlere bir uygunluk (ya da cüz' ) arz ettiği düşüncesinden yola çıkarak “Batı, İran'ı ezmek istemez” hükmüne varmıştı*. Zirâ Ona göre Batı (Kuzey Avrupalı; İngiliz, Flemenk, Alman ve Fransız), aydınlanmadan buyana vurgu yaptığı ırkçılığın bir devamı olarak kendisi gibi Âri niteliği taşıyan bir İran’ı ezmeyecek ve onu diğer İslâm beldelerinden ve unsurlarından ayrı tutacaktı. Hatta onlara karşı (stratejik)  kullanacaktı. Burada Âriliğin ayırıcı ve üstün niteliğini temin eden  şey, Farsça’nın Hint-Avrupa dil ailesinin  bir üyesi olmasıdır. Prof.Dr. Teoman Duralı’ya göre; İran’ın Âriliği, İran'a siyasi öncelik sağlamasının yanında ilmi bir ayrıcalık da vermiştir. Aydınlanmanın önde gelen şahsiyetlerinin Yunana besledikleri sempatinin aynısını İran’a da göstermeleri, H.Corbin ’in çalışmasında 'felsefi değerlerin ancak Şii kesimde bulunduğunun' vurgulanması, bu Âriliğin ilmi ayrıcalığından kaynaklandığı ifade edilir. İlkin; Avrupa’da benzer eğilim ve fikirlere sahip kişiler mevcut olabilir fakat bunu Avrupa’nın siyasi hedeflerini belirleyen bir bilinçaltı gibi görmek oldukça hatalı hükümlere varmaya yol açar. H.Corbin’in çalışması “İslâm Felsefe Tarihi” ise, zamanında İran devletinin resmi-maddi desteği ile hazırlatılmış bir çalışmadır. Bu sebeble eserde felsefi en büyük payı Şii mektebler ve meşrebler almıştır. Eğer biz başka Avrupalı bir yoruma bakarsak; değil İslâm’da-İran’da, Avrupa dışında dünyanın başka herhangi bir kâdim  medeniyetinde de felsefeyi bulamayız.

Prof.Dr.Teoman Duralı’nın dilsel köken ile siyaset arasındaki kurduğu köprüye benzer başka köprüler (bunlar idealizmin fikri zemininden beslendikleri için hemen hemen aynı görüntüleri sunuyorlardı) daha önce Avrupa’da bilhassa tarihsel dilbilim çalışmalarının kazandırdığı ivmeyle birlikte 1900 lerden sonra Milliyetçiliğin yeniden inşasını mümkün kılan bir unsur olarak yoğun şekilde kurulduğu -işlenildiği tesbit edilir. Cumhuriyet ideolojisi içinde inşaa edilen  ‘Güneş-dil teorisi’ bu gelişmelere palalel bir karakter arz eder.

Prof.Dr. Teoman Duralı'ya göre , İranın Âriliği, kendisini kolay kolay saldırı hedefi haline getirmeyen koruyucu bir kalkan vazifesi yapmaktadır fakat bu unsur ne hikmettir ki; Hind-avrupa dil ailesine mensub olan Hindistan'ı İngilizlerin vahşetinden koruyamamıştı. İşin daha hazin yönü; aynı dil ailesinden değil, aynı kültür havzasının parçaları olan Avrupadaki devletler  II.dünya savaşında (bu zamanlar dil ailelerinin siyasi iz düşümleri hakkında en fazla çalışmaların yapıldığı, teorilerin ortaya atıldığı dönemdir) birbirlerinin siyasal varlıklarını tamamen ortadan kaldıracak fiillerde bulunmuş olmalarıdır. Koruduğu iddia edilen bu kalkanın 'dayanıklı' olmadığı çok açıktır.

Dilin görünüşlerinin siyasal görünüşlere denk düşen niteliğinin gerçekten olup olmadığı, dilbilimin alanından bakıldığında başka bir resim sunar. F.de Saussure, asri dilbilim çalışmalarının temellerini atarken derslerinde ‘bir dil ailesinin ırksal bir karşılığa denk gelmeyeceğini, dilin temel niteliklerinin bunu sağlamayacağını’ ortaya daha önce koymuştu fakat siyaset, menfaatleri doğrultusunda buna kulaklarını kapattı. Öte yandan dünyanın tekrar siyasi olarak sınırlarının belirlemesinde ortaya dilsel kriz alanlarının da çıkmış olduğunu görmekteyiz (mesela; Araplar la Berberi ler, Türkler ile Kürtler vb birçok etnik çatışmaların görüldüğü siyasal coğrafyalar) fakat bu coğrafyadaki çatışmalarda ayırıcı bir vasıf sağladığına inanılan dil, krizin menşeini oluşturmada hakiki bir faktör olarak rol oynamaz. Burada krizi oluşturan şey, Ulus devletin kendisini vareden siyasi temelleri ve o temelleri dayatma biçimidir. Devletin kendini kabul ettirmede dayattığı bütün hegemonik vurgular, dilin bir kez daha siyasal ayırıcılığını kalınlaştırır.

Eflâtuncu felsefenin yaşayan en büyük isimlerinden olan ( bu sebeble kendisine ‘Türkçe konuşan Eflâtun’ demekte bir beis görmediğimiz ) Prof.Dr.Teoman Duralı, röportajında mühim yorumlar ortaya koymuştur. Bunları genel hatlarıyla üç başlık altında toplayabiliriz: Dil-siyaset, Tarih ve Stratejik yorumlar. Bizi burada alakalı kılan şey, dil-siyaset yorumu olduğu için mesaimizi buna ayırdık fakat tarihle ve stratejiyle alakalı alanlardaki yorumları da** birçok cenahtan hatalarla mâlul olduğu tesbit edilebilir (mesela,  “(…)Yahudilerin en çok sevmeleri gereken millet de Fars milleti olması lazım. Adamları Babil esaretinden kurtardılar, götürdüler Kudüs’e yerleştirdiler. Tapınağı yeniden inşa etiler vs.” yorumu gibi. Sakın bu münasebette hâlende süregelen Osmanlının katkıları daha fazla olmasın?!).

Prof.Dr. Teoman Duralı’ya yönelttiğimiz tenkidler; onun dil ve siyaset arasında kurmuş olduğu köprü (münâsebet) değildir, bilakis bu münâsebet –diğer yazılarımızda vurgulamaya çalıştığımız gibi- doğal ve gerekli bir münâsebettir. Burada tenkid edilen şey, dil ailelerinden hareketle siyasal görünüşlerin örtüşüp örtüşmediğidir. Oysa O, eğer dil ailesi ile siyasi görünüş arasındaki “bağlantı”ya değil de, siyasal kavramların niteliklerine ve işleme düzeneklerine eğilebilseydi, dil ile siyaset arasındaki münâsebetin en dolaysız- doğru bir resmini elde edebilirdi.

 


Mühim not: Prof.dr Ş.Teoman Duralı hakkında buradaki tenkidler, onun ilmi kıymetine halel getiremez, böyle bir gayeyi de gütmez. Zirâ bu kıymet, apaçıktır. Tenkid ile hakaret (karalama, aşağılama...vb) arasındaki farkın ortadan kaldırılmaya çalışıldığı günümüz “ilim câmiası”nda bunun tekrar hatırlanması gerekir.

 

* Prof.Dr. Teoman Duralı’nın “8sutun.com” adlı bir internet sayfasında yayımlanmış röportajı.

** Bu yorumlar başka bir yazının konusudur.

 

Bu yazı toplam 9195 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Servet Kızılay Arşivi