Algoritmik Kaygı (Algorithmic Anxiety) Nedir?
Dijital çağın yeni psikolojik fenomeni: Algoritmik Kaygı. Kararlarımızın, beğenilerimizin ve hatta geleceğimizin görünmez yazılımlar tarafından yönetildiği hissi, modern insanda nasıl bir huzursuzluk yaratıyor? İşte 2025 literatürüne giren "Algoritmik Kaygı" kavramının detayları.
Algoritmik kaygı: Sosyal medya çağının görünmez stres hastalığı
Dijital dünyada yeni bir kaygı türü konuşuluyor: “algoritmik kaygı”.
Sosyal medya akışlarımızı, beğenilerimizi, hatta hangi haberi okuyacağımızı belirleyen görünmez algoritmalar, artık sadece davranışlarımızı değil, duygularımızı da şekillendiriyor.
Teknolojinin insan psikolojisi üzerindeki etkileri her geçen gün yeni bir boyuta taşınıyor. "FOMO" (Gelişmeleri Kaçırma Korkusu) ve "Nomofobi" (Telefonsuz Kalma Korkusu) gibi kavramlardan sonra, psikoloji literatüründe sıkça tartışılmaya başlanan en yeni kavram "Algoritmik Kaygı" (Algorithmic Anxiety) oldu.
Algoritmik Kaygı Nedir? Algoritmik Kaygı; bireylerin dijital platformlarda (sosyal medya, arama motorları, iş bulma siteleri vb.) karşılaştıkları içeriklerin, fırsatların veya engellerin, şeffaf olmayan ve kontrol edemedikleri matematiksel formüller (algoritmalar) tarafından belirlendiğini fark etmeleriyle ortaya çıkan stres, çaresizlik ve gözetlenme hissidir.
Literatürde “algorithmic anxiety” olarak geçen kavram, dijital platformlardaki algoritmaların nasıl çalıştığını bilememe ve bu görünmez sistemlere bağımlı hâle gelme duygusundan kaynaklanan süreğen bir kaygı biçimi olarak tanımlanıyor.
Yazar Kyle Chayka, The New Yorker’daki “The Age of Algorithmic Anxiety” yazısında bu durumu, “algoritmaların bize ne istediğimizi söylemesine duyulan rahatsızlık ve güvensizlik” olarak tarif ediyor.
Daha yeni bir analizde ise kavram, dijital platform algoritmalarının belirsiz ve opak işleyişinden doğan, kullanıcıda “kontrol bende değil, makinede” hissi yaratan kaygı hali olarak açıklanıyor.
Kısaca; "Hayatımı ben mi yönetiyorum, yoksa bir kod satırı mı?" sorusunun yarattığı varoluşsal huzursuzluktur.
Belirtileri Nelerdir? Uzmanlara göre bu kaygı türü kendini şu şekillerde gösterir:
Sürekli Gözetlenme Hissi: "Bunu daha yeni konuşmuştum, hemen reklamı çıktı" düşüncesiyle tetiklenen mahremiyet ihlali stresi.
Dijital Kadercilik: İş başvurularının, kredi onaylarının veya sosyal medyadaki görünürlüğün yapay zeka tarafından keyfi bir şekilde yönetildiğine inanmak ve buna karşı çaresizlik hissetmek.
Davranış Modifikasyonu: Algoritmanın "hoşuna gitmek" için doğal olmayan davranışlar sergilemek (Örneğin; daha çok beğeni almak için içerik üretmek).
Psikanalitik Açıdan Algoritmik Kaygı Modern psikanalitik yaklaşımlar, algoritmayı Lacan’ın "Büyük Öteki" (The Big Other) kavramının dijital bir yansıması olarak ele alıyor. Eskiden "toplum, baba veya devlet" olarak algılanan otorite figürü, bugün yerini "görünmez, hesap verilemez ve her şeyi bilen" algoritmalara bırakmış durumda. Bu durum, bireyde derin bir belirsizlik ve onaylanma ihtiyacı doğuruyor.
Günlük hayattan örnekler: “Neden artık beni kimse görmüyor?”
Örnek 1 – İçerik üretici:
Elif, Instagram’da düzenli içerik üreten genç bir psikolog. Bir dönem gönderileri on binlerce kişiye ulaşırken, bir sabah uyanıyor ve etkileşimleri yarıya düşmüş. Platform algoritmasını göremediği için “Acaba yanlış mı yaptım, artık kimse beni beğenmiyor mu?” diye düşünmeye başlıyor. Her gün saatlerce “reels kaç saniye olmalı, hangi müzik trend, saat kaçta atarsam algoritma sever?” sorularına kilitleniyor.
Kaygısının odağı artık danışanları değil; algoritma.Örnek 2 – Genç kullanıcı:
16 yaşındaki Mehmet, TikTok’ta saatlerce “sonsuz kaydırma” içinde kayboluyor. Çıkmak istese bile “Algoritma beni unutur, ilgi çekici olmazsam kimse videolarımı görmez.” korkusuyla telefondan uzaklaşamıyor. Uykusu bozuluyor, derste dikkati dağılıyor, ama yine de “geri düşme” kaygısıyla çevrim içi kalmaya devam ediyor.
Araştırmalar, kişiselleştirilmiş sosyal medya akışlarının kaygı ve stresle ilişkili olduğunu, özellikle “doomscrolling” (bunalım verici içerikleri durmadan aşağı kaydırma) davranışını tetiklediğini gösteriyor.
Literatür taraması: Bilim algoritmik kaygı hakkında ne söylüyor?
1. Kavramın ortaya çıkışı
“Algorithmic anxiety” kavramı, özellikle öneri sistemlerinin (recommendation systems) hayatımızdaki rolünün artmasıyla kültürel yazında görünür hâle geliyor. Chayka, sosyal medya algoritmalarının, ne izleyeceğimizi, ne dinleyeceğimizi ve ne okuyacağımızı belirlerken yarattığı huzursuzluğu ayrıntılı biçimde tartışıyor.
Sonraki analizlerde bu duygu, “dijital platformların belirsiz işleyişinin ürettiği sürekli güvensizlik” olarak kavramsallaştırılıyor.
2. Sosyal medya algoritmaları ve kaygı
Son yıllarda yapılan çalışmalar ve raporlar:
Genç kullanıcılar ve dijital yerliler arasında, algoritmaların kültürel tercihleri yönlendirmesine karşı artan bir huzursuzluktan söz ediyor; bu durum doğrudan “algoritmik kaygı” etiketiyle anılıyor.
Sonsuz kaydırma (infinite scroll) ve TikTok benzeri hızlı videolu akışların, zaman algısını bozduğunu, duyusal yüklenmeyi artırdığını ve anksiyeteye eğilimli bireylerde gerçeklikten kopma (derealizasyon) hissini tetikleyebildiğini vurgulayan makaleler var.
Klinik gözlemler, terapistlere başvuran bazı danışanlarda “algoritmik kaygı”ya benzeyen, çevrim içi görünürlük ve performans baskısına bağlı kronik stres belirtilerinin arttığını bildiriyor.
Türkiye bağlamında da haber ve makalelerde, “sosyal medyaya yerleştirilen sinsi algoritmaların e-hastalıkları ve bağımlılık benzeri tabloları tetiklediğinden” bahsediliyor; algoritmanın kullanıcıyı sürekli besleyerek onsuz kalınca yoksunluk duygusu yarattığı ifade ediliyor.
3. Algoritmik kontrol ve ruh sağlığı: İş hayatı boyutu
Algoritmik kaygı sadece Instagram ve TikTok akışlarında değil, çalışma hayatında da karşımıza çıkıyor:
“Algorithmic management” (algoritmik yönetim) üzerine yapılan çalışmalar, iş süreçlerinin algoritmalarla planlandığı, performansın otomatik ölçüldüğü platform işlerinde (örneğin kurye uygulamaları) stres, tükenmişlik ve kaygı belirtilerinin arttığını gösteriyor.
2024 ve 2025 tarihli araştırmalar, yüksek algoritmik kontrol + düşük özerklik kombinasyonunun, klasik “yüksek talep – düşük kontrol” stres modeline benzer şekilde olumsuz ruh sağlığı sonuçlarıyla ilişkili olduğunu vurguluyor.
Kısacası literatür, hem sosyal medya kullanıcılarında hem de algoritmayla yönetilen çalışma ortamlarında, belirsizlik, denetlenme hissi ve kontrol kaybının kaygıyı artırdığını tutarlı biçimde ortaya koyuyor.
Algoritmik kaygıyı besleyen beş temel mekanizma
Görünmez kurallar ve belirsizlik
Kullanıcı, hangi içeriğin neye göre öne çıktığını bilemiyor. “Gönderim neden az kişiye gitti?” sorusu cevapsız kalınca, algoritmanın keyfine bırakılmışlık duygusu oluşuyor.Sürekli performans baskısı
Beğeni, yorum, izlenme sayısı; kullanıcı için anlık performans raporu gibi. İçerik üreticilerinde “görünür kalmalıyım, yoksa unutulurum” kaygısı kronikleşebiliyor.Kaybetme korkusu (FOMO) ve bağımlılık döngüsü
Algoritma, ilgi alanımıza göre içerik sundukça dopamin devreleri aktive oluyor. Akıştan çıkınca “bir şey kaçırıyorum” hissi (FOMO) devreye giriyor; bu da kaygıyı besliyor.Sürekli karşılaştırma ve öz-değer sorunu
Algoritmanın seçtiği “en iyi, en filtreli, en başarılı” örneklerle kendimizi karşılaştırdıkça, yetersizlik ve değersizlik hisleri güçlenebiliyor.Mahremiyet ve gözetlenme hissi
“Beni dinliyorlar mı, telefonda söylediğim şeyi reklamda nasıl gördüm?” soruları; algoritmik gözetim ve veri toplama pratiklerinin yarattığı güvensizlikle birleştiğinde, kaygı düzeyi daha da yükseliyor.
Uzmanlara göre algoritmik kaygı ile baş etmenin yolları
Literatürdeki öneriler ve klinik pratiklerden derlenen bazı stratejiler:
Pasif kaydırmayı sınırlayın
Sadece “boş boş scroll” yaptığınız süreleri azaltmak, algoritmanın üzerinizdeki etkisini düşürüyor.Bildirimleri kısın
Gereksiz bildirimlerin çoğunu kapatmak, zihni sürekli tetikte tutan mikro stresleri azaltıyor.“Algoritmasız” zamanlar planlayın
Gün içinde belirli dilimleri tamamen çevrim dışı (kitap, yürüyüş, yüz yüze sohbet) geçirmek, sinir sisteminin toparlanmasına yardımcı oluyor.Akışı siz seçin, algoritma değil
Takip ettiklerinizi düzenleyin, tetikleyici hesapları sessize alın veya takipten çıkın. Böylece öneri sisteminin girdi kaynağını kısmen de olsa değiştirmiş olursunuz.Dijital okuryazarlık ve eleştirel düşünme
Algoritmaların ticari hedeflerle tasarlandığını bilmek, “Bu benim iyiliğim için mi, yoksa sadece tıklamam için mi burada?” sorusunu sormanızı sağlar.Gerekirse profesyonel destek
Sosyal medya kullanımı günlük işlevselliğinizi bozuyor, uyku, iş, okul ya da ilişkilerinizi olumsuz etkiliyorsa, bir ruh sağlığı uzmanından destek almak önemli.
Sonuç: “Sorun algoritmalarda mı, onlara teslim olan bizde mi?”
Güncel çalışmalar, algoritmaların duygu dünyamızı, zaman algımızı ve öz-değer hissimizi doğrudan etkileyebildiğini ortaya koyuyor.
“Algoritmik kaygı” henüz DSM’de ayrı bir tanı değil; ancak dijital çağın ruhsal iklimini anlamak için güçlü bir mercek sunuyor. Önümüzdeki yıllarda, hem sosyal medya politikalarında hem de klinik psikoloji uygulamalarında, algoritmik kaygı ve algoritmik kontrolün ruh sağlığına etkileri daha fazla konuşulacak gibi görünüyor.
Şimdilik yapılabilecek en temel şey, şu cümleyi kendimize hatırlatmak:
Akışın sahibi algoritma değil, hesabın sahibi benim.
Çevrim içi dünyayı yönetemiyorsam, en azından ona ayırdığım zamanı ve enerjiyi yönetebilirim.
Kaynak:Aktüel Psikoloji










Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.