1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Şehir Tiyatrolarında Bir Mobing Vakası

Şehir Tiyatrolarında Bir Mobing Vakası

Tiyatrocu Hülya Karakaş, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Orhan Alkaya’nın genel sanat yönetmenliği döneminde yaşadıklarını Mobbing olarak tanımlıyor.

A+A-

SAYIM ÇINAR / Medya TAVA

[email protected]


Tiyatrocu Hülya Karakaş, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Orhan Alkaya’nın genel sanat yönetmenliği döneminde yaşadıklarını Mobbing* olarak tanımlıyor. “Orhan Alkaya, benim üzerime gelmeyi, beni kurumda yalnızlaştırmayı, bana iş yaptırmamayı kendine birincil görev edindi…” diyen Karakaş, o dönem yaşadıklarını Sayım Çınar’a anlattı.

Şehir Tiyatroları, bu ülke için her zaman önemli bir kurum olmuştur. Ama bu gerçek Türkiye’de diğer kurumlarda yaşanan kadın düşmanlığı, kadınların önünü kesme, cinsiyet ayrımcılığı gibi tavırların bu kurumda da uygulanmasına engel değil. Kurumları oluşturan insanlardır, insan gerçeğini göz ardı edemeyiz. Buradan yola çıkarak, kurumda çalışan bazı isimler, sözlü olarak dile getirmeseler de belirgin oranda, kadınların önünü kesme, kadınları aşağılama, eşcinsellere “gıcık kapma” alışkanlıklarını sürdürüyorlar... Oyuncu Hülya Karakaş’ı bir süredir tanıyorum. Hikayesini anlatınca bana çok vahim geldi. Bana attığı mailden sonra kendisiyle söyleşi yapmaya karar verdim. İşte Hülya Karakaş’ın hikayesi.

Öncelikli olarak şunu öğrenmek istiyorum. Oyunculuk kariyerinden, şehir tiyatrolarındaki geçmişinden söz etmeni istiyorum, çünkü son zamanlarda oyunlarını sahneleyemediğiniz söyleniyor. Oysa ki kısa bir süre öncesine kadar şehir tiyatrolarındaki birçok oyunda rol aldın…

Şehir Tiyatroları’nda beş yıl (bir sanatçı için uzun bir süre…) yöneticilik yapmamdan ötürü, o süre içinde sanatsal erki kendi lehimde kullanmamak için, oynamaktan ve oyun sahnelemekten uzak durdum. Daha çok diğer sanatçı arkadaşlarımın oyunlarında yardımcı yönetmenlik, asistanlık yaptım. Tiyatronun diğer işlerine koşturdum… Yirmi yıldır Şehir Tiyatroları’nda çalışıyorum. 1997 yılından bu yana yönetmenlik yapmaya da başladım kurumda. 2008 yılında, Genel Sanat Yönetmeni olarak Orhan Alkaya’nın göreve atanmasından çok kısa bir süre önce (Şu anda kendisi görevden alındı) benim önerdiğim bir proje olan (çağdaş tiyatronun en güzel örneklerinden biri) Sibel Arslan Yeşilay’ın çevirisini yaptığı, Nedim Saban’ın yönettiği “Geçmişten Gelen Kadın” oyununun provalarındaydık. Oyun kısa bir süre sonra sahnelenecekti, çünkü bir önceki yönetim aylık programı yapmış, hatta “Program” dergisinde yayınlanmıştı. Orhan Alkaya’nın ilk icraatı o oyunu sahneden kaldırmak oldu ve benim çalışamama sürecim de öyle başladı…

Orhan Alkaya ile birlikte Şehir Tiyatroları’nda sanki gerilimli bir dönem başladı.

Orhan Alkaya’nın gelişi de gerilimli olduğu için bu normal. Gelişiyle birlikte gerilimi körükledi kurumda. Bu gerilim, doğaldır ki gerilemeyi de getirdi! Sevmediği sanatçılara da belli bir mesafede durmayı becerebilseydi olaylar bu noktaya gelmez, kimse de bu kadar yıpranmazdı. Gerek yoktu… Birbirimizi sevmiyor olabiliriz ama mesleğimiz gereği bir arada durmayı becermeliydik... Birbirimizi sanatçı olarak daha iyi anlayabilmemiz, okuyabilmemiz gerekirdi. Orhan Alkaya, benim üzerime gelmeyi, beni kurumda yalnızlaştırmayı, kendiyle iyi ilişkiler içinde olan kimi erkek meslektaşlarımı bana karşı kışkırtmayı, bana iş yaptırmamayı kendine birincil görev edindi…

Ne yapmanıza engel oluyordu mesela?

20 oyun bile oynamamış “Geçmişten Gelen Kadın” adlı oyunun, salt içinde ben varım diye programdan çıkarılması… Hiçbir gerekçesi olmayan, tamamen kişisel bir tavırdı. Gerekçesini öğrenmek isterdim. Şunu diyebilseydi mesela: Bu oyunu beğenmedim, kötü bir oyun… Öyle ya, neye göre kötü olduğunu tartışabilirdik en azından. Çünkü biz meslektaştık, o görevde uzun süre kalınmıyordu, nasılsa aramıza dönecekti! Halbuki oyunumuz eleştirmenlerden övgüler almış, seyircinin beğendiği bir oyundu. Demek oluyor ki bu tamamen Orhan Alkaya’nın kişisel tavrıydı. Sanatsal bir gerekçesi yoktu. Benim o makamı ıskalama şansım olamazdı, bu oyun oynamıyorsa başka projelerimi götürebilirdim. Ve öyle de yaptım… Yapmak istediğim, düşündüğüm projelerle, hiçbir şey olmamış gibi görüşmeye gittim…

Neler vardı projeleriniz arasında?

Örneğin Dario Fo’nun oyunları. Uzun yıllardır kurumda Dario Fo oyunu yapabilmek için mücadele ediyordum. Kendini “demokrat, uzlaşmacı, proje insanı…” olarak tanımlayan, kurumda herkesi kollayıp kucaklayacağının sinyallerini veren bir genel sanat yönetmenine bu projeleri götürmemden daha doğal ne olabilirdi?

Ne dedi mesela bu projeye?

Sürekli olarak oyaladı, sürekli olarak bir şeyler talep etti (doküman, kitap, poje dosyası v.s.) konuştu, anlattı… Görüşme taleplerime cevap vermedi, randevu isteklerimi duymazdan geldi… İyi bir oyalama taktiği izledi. Ben onunla görüşebilmek için sürekli tiyatrodaki görevli diğer yetkili arkadaşlarımı aramak zorunda kaldım. O odaya her seferinde zorla girdim ve her görüşmemizde mutlaka yanımızda birinin olmasına özen gösterdim. 22 Ağustos 2008’de son yaptığımız görüşmeden anladım ki Orhan Alkaya bana iş miş yaptırmayacak; beni bir güzel oyalamış. Götürdüğüm projeleri küçümsemesi de cabası. Daha doğrusu benim o projeleri yapamayacağımı ima edip, beni küçümsemesi…

Anladığım kadarıyla sizinle ilgili bir saplantısı varmış Orhan Alkaya’nın.

Evet, öyle anlaşılıyor! Ben, tiyatronun erkek sanatçılarının önemli sayılabilecek bir kısmında ciddi bir kadın düşmanlığı sezinliyorum. Kendini “sanatçı, demokrat, solcu…” diye tanımlayan bir takımla, bu türden fobileri yan yana koymak çok ilginç değil mi, ama bu gerçek var. Benim mücadeleci yapım, erkeklerin tekelinde olan bazı görevleri talep etmem (yöneticilik, yönetmenlik…) bu düşmanlığı körükledi! Aslanın midesine elimi uzatmıştım çünkü!

Bu olaylar seni nasıl etkiledi?

Çok yıprandım, işimle alakalı olarak kendime olan özgüvenimi kaybettim. Çalışamamaktan, iş yapamıyor olmaktan kaynaklı psikolojim bozuldu. Sürekli olarak Orhan Alkaya’nın beni nasıl küçümsediğini ve bunu gözümün içine bakarak nasıl büyük bir zevkle yaptığını hatırlıyordum. Yaşadığım psikolojik gerilimden ötürü, geçtiğimiz yaz başlarında yüksek tansiyon sorunu yaşadım. Bu psikolojik durum, bana yaşatılan stres nedeniyle yine aynı dönemde 4 ay süreyle regl olamadım, bütün hormonlarım stop etti. Sonra boyun fıtığı yaşadım, üç ay boyunlukla dolaştım. Bu dönemlerde çalışamaz durumdaydım zaten. Çapa Tıp Fakültesi, Adli Tıp bünyesinde kurulan MOBBİNG’e başvurdum… İşyerinde psikolojik baskı görenler için hizmet veren bir birim ve ben yaşadıklarımdan sonra destek ihtiyacımdan dolayı bu birime gittim. Zorlu bir süreçti. Üç ay süren testler ve incelemeler sonucunda, yönetici Orhan Alkaya tarafından psikolojik baskıya maruz kaldığım yönünde karar çıktı. Bana verilen rapor lehimde çıkmıştı.

Kavga ediyor muydunuz?

Hararetli tartışmalar yapıyorduk diyelim. Bir yöneticinin bu türden tuzaklara düşmesi bana ilginç geliyor. Yöneticilik yapan birinin daha soğukkanlı olmasını bekleriz doğal olarak değil mi? Orhan Alkaya görünenin aksine kavgayı çok güzel bir şekilde belden aşağı yapıyordu! Kavgayı aşan bir umutsuz durum olmuştu aramızda. Alkaya üzerime geldikçe, beni yoğun baskı altında tutmayı sürdürdükçe daralan yollarımı yasal yollardan aşmaya çalıştım ve "Bilgi Edinme Hakkı"mı kullanarak sorular sordum. Sorularımı da asla yanıtlamadı, sadece dedikodu yaparak beni yıprattı. Ben de yasal süre içinde sorularıma cevap vermediği için Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundum. Savcılık adli bir tarafının olmadığına ama bunun kurum içi bir suç olduğuna karar verdi, ancak Orhan Alkaya erkini kullanarak bu kararı da örtbas etti. Sonrasında hakkımda soruşturma açtırdı. Oysa ki buna yetkisi yoktu. Sonra Disiplin Kurulu’na şikayet etti beni ve kurul üzerinde konumunu kullanmaya kalktı. Amacı benim memuriyet sicilime işleyecek bir ceza vermekti, ama olmadı. Bir sanatçı, diğer bir sanatçıyı bir üst kurul olan Belediye avukatlarına ihbar yolunu seçti. Ama Disiplin Kurulu’nu oluşturan kişilerin sağduyusu, orda bulunan iki sanatçı üyenin haklıdan yana tavır koymaları üzerine, herhangi bir suç işlemediğim yönünde karar çıktı.

Şimdilerde neler yapıyorsunuz?

Tiyatro Kare’de “Bu da Benim Ailem” adlı oyunda oynamaya başladım sezon sonuna doğru. Tiyatro Kare’nin kurucusu Nedim Saban benim çok uzun yıllardır dostum ve bu süreçte beni anlamaya, yardımcı olmaya çalışan camiadan tek insan. İş anlamında yaşadığım kendime güvensizliğimi bu oyun sayesinde aşabildim. Birlikte çalıştığım ekibi çok seviyorum, yaptığımız işten keyif alıyoruz. Güzel bir ortamda işimi yapmak beni çok mutlu ediyor. Keşke o dönemde kendi kurumumda bu ortamda çalışabilseydim. Ama şimdi her şey geçti, gerilimli dönem bitti. Şimdi kurumun başında, hem çok sevdiğim hem sanatsal anlamda çok inandığım bir kadın Genel Sanat Yönetmeni, Ayşenil Şamlıoğlu var. Yeni dönem benim içinde yepyeni bir dönem. Yeni projelerimi sundum Genel Sanat Yönetmeni’ne; sezon programı yapıldığında ben de kurumumda çalışmaya başlayacağım. Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu'na yeni projelerimi sundum. Bunlardan ilki -ki çok uzun zamandır üzerinde çalışıyorum- 2010 için yapılacak. İstanbul şehrinde yaşayan tiyatrocu kadın oyuncular üzerine bir belge-film çekeceğim. Ekibimiz Şehir Tiyatroları sanatçılarından oluşuyor ve tiyatronun mevcut koşullarında çıkarılacak bir iş. Türk Tiyatrosu belgesi, dokümanı çok az bir meslek grubu. Bugün yaşayan kadın oyuncuları yarın belki de kimse hatırlamayacak. Onların kadınlık hallerini, İstanbul’daki tiyatroları, o tiyatrolarda neler yaşadıklarını anlatacaklar, tartışacaklar... Sonrasında ise, geçtiğimiz sezon Sibel Arslan Yeşilay'ın projesi olarak Garaj İstanbul’da okuma tiyatrosu olarak yaptığımız “Dullar” adlı bir kadın oyununun yönetmenliğini yapacağım.

SAYIM ÇINAR [email protected]

* Mobbing, (Latince'de; psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek), özellikle hiyerarşik yapılanmış gruplarda ve kontrolün zayıf olduğu örgütlerde, gücü elinde bulunduran kişinin ya da grubun, diğerlerine psikolojik yollardan, uzun süreli sistematik baskı uygulamasıdır. Son dönemde sosyoloji ve hukuk başta olmak üzere çeşitli alanlarda disiplinler arası çalışılan bir konu haline gelmiştir.

Mobbing sözcüğü önceleri çocukların birbiriyle olan zorbalık ilişkilerini tanımlamakta kullanılmıştır. İşyerlerinde de 1950-1960’lı yıllarda yapılan araştırmalar, mobbingin sadece çocuklar arasında yaşanmadığını ortaya koymuştur.

Mobbing duygusal bir saldırıdır. Yaş, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeden, taciz, rahatsız etme ve kötü davranış yoluyla herhangi bir kişiye yönelen saldırganlıktır. Kişiyi iş yaşamından dışlamak amacıyla kasıtlı olarak yapılır. Kişinin saygısız ve zararlı bir davranışın hedefi olmasıyla başlar. İşveren ima ve alayla, karşısındakinin toplumsal itibarını düşürmeye yönelik saldırgan bir ortam yaratarak kişiyi işten ayrılmaya zorlar.

Bir araştırmaya göre mobbing, kâr amacı gütmeyen kuruluşlarda, okullarda ve sağlık sektöründe daha yaygındır. Yüksek işsizlik oranları ve dolayısıyla çalışanın değersiz görülmesi mobbingin artmasına neden olmaktadır. Sonuç olarak her işyerinde ve her türlü kuruluşta rastlanabilir. Organizasyon bozukluğunun daha fazla olduğu işyerlerinde, disiplin getirmek, verimliliği artırmak, refleksleri koşullandırma (askeri disiplin) öne sürülerek yapılmakta ve meşrulaştırılmaktadır.

Psikolog Michael H. Harrison, Ph.D., yakın zamanda ABD’de 9.000 kamu çalışanı üzerinde yapılan araştırmada, kadın çalışanların % 42’sinin, erkek çalışanların ise % 15’inin son iki yılda zorbalığa uğradığını, bunun kayıp zaman ve verimlilik açısından 180 milyon dolara mal olduğunun hesaplandığını belirtiyor. Leymann İsveç’te intiharların % 15’inin mobbing kaynaklı olduğunu söylüyor. (Kaynak: Vikipedi)

Bu haber toplam 7181 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.