1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Prof. Dr. Malik Bedri ile Röportaj

Prof. Dr. Malik Bedri ile Röportaj

İslam dünyasının tanınmış düşünürlerinden Dünyaca ünlü psikoloji hocası Prof. Dr. Malik Bedri, dini cemaatlerin tasavvufla barışması gerektiğini söyledi

A+A-

Röportaj: Velid Tayyip / TİMETURK


İslam dünyasının tanınmış düşünürlerinden Prof. Dr. Malik Bedri, dini cemaatlerin tasavvufla barışması gerektiğini söyledi. Bedri, "Hasan el-Benna ve Mevdudi birer şeyh idi" dedi.

Prof. Dr. Malik Bedri, davet tarihinde cemaat başkanlığına birçok kez aday gösterilmesiyle Sudan’daki İhvan-ı Müslimin Cemaatinin en parlak simalarından biri olarak görülüyor. Soyu sudanlı asil bir aileye dayanıyor. Babası Babekir Bedri 1907 yılında kızlar için inşa edilen ilk modern okulun kurucusudur. Bu durum Bedri ailesinin 1956 yılındaki bağımsızlıktan önce Britanya Sömürge Cemiyeti ile iletişim kurmaya sevk etmiştir. Bu ailenin batılı kuruluşlarla olan fikri ve kültürel ilişkileri Malik Bedri’nin bu bağlantılardan yüz çevirip İhvan-ı Müslimin ekolunun yeni İslam anlayışını benimsedikten sonra erken yaşında bu yeni İslami harekete katılmasıyla son buldu.

Malik Bedri 20. yüzyılın ortalarında Beyrut’taki Amerikan Üniversitesinde Psikoloji eğitimi aldı. Uzmanlığını İngiltere’de bulunan Ulster üniversitesinde tamamladı. Sudan’daki ve Arap ülkelerindeki üniversitelerde birçok psikoloji dalı açtı. Pakistan’da psikoloji okuttu. Şimdi ise Malezya’da bulunan Uluslararası İslam Üniversitesinde psikoloji alanında hocalık yapmaktadır.

Beyrut’ta bulunduğu dönem onun için bir dönüm noktası olmuştur. Zira Amerikan Üniversitesinde adı ‘Ali Şebike’ olan Sudanlı bir öğrenci vasıtasıyla İhvan-ı Müslimin cemaati ile tanıştı. Bu topluluk bir yönüyle ülkesindeki İslami çalışmanın sorumluluğunu üstlenmişti. Ürdün’de Eğitim ve Vakıflar Bakanlığında bulunmuş aynı zamanda Ürdün Üniversitesinde rektörlük yapmış olan meşhur davetçi Doktor İshak Ferhan da bu topluluktandı.

Ve böylece Bedri yüksek kültürü ve sağlam maneviyatıyla Sudan İhvan-ı Müslimin Cemaatinde eğitimde üstün başlıbaşına bir okul olmuştur. Ne Cafer Numeyri’nin başkanlık yaptığı dönemde tutuklanması ne de Hasan Turabi ile olan ihtilafı onu bundan alıkoymamıştır.

1969 yılının gelmesiyle beraber Hasan Turabi’nin cemaat üzerindeki fikri ve fiili yöndeki yoğun baskısı Bedri’yi cemaatteki görevinden istifa etmeye ve bununla da kalmayıp cemaatten ayrılmaya sevketmiştir. Bedri diğerleri ile birlikte İhvan’a bağlı küçük bir hareket kurdu ve Doktor Habr Yusuf Nur Daimi'yi de hareketin başkanlığına aday gösterdi.

Bu hareketin kurulmasından onlarca yıl sonra. Bedri bir kez daha tasavvufa döndü. Ve tasavvufa dönüş Sudan’da dindarlığın en belirgin özelliğidir. Bedri de tasavvufun bir şeklini temsil ediyor. Ona koşuyorlar ve müracaat ediyorlar. Sudanlı laikler ölmeden önce tevbelerinde ona müracaat ediyor.

Hasan el-Benna ve Tasavvuf

Bilindiği gibi siz Sudan İhvan’ı Müslimin Cemaatinin kurucu başkanlarından birisiniz ve tasavvufa dönüş yaptığınızı duyduk. Bu doğru mudur? Bu dönüşün sebepleri nelerdir?

Evet, duyduğunuz doğru fakat bu büyük bir dönüş değil. Zira 50’li yıllardan beri genel eğilimim bu yöndeydi. Ve inanıyorum ki bu aynı zamanda Hasan el-Benna’nın da yönelişidir. Sudan’da biz İhvan-ı Müsliminiz diyenler üstad Hasan el-Benna’nın izlediği metodu takip etmiyor. El-Benna hakkın rahmetine kavuşana dek Şazeli Tarikatıyla bağlantısını koparmamıştır. Eğer el-Benna’nın Me’surat (sabah ve akşam zikirleri) kitabını okur ve Şazeli Tarikatının zikirleriyle karşılaştırırsanız tesadüf eseri olamayacak kadar benzerlik bulursunuz. Ve kardeş Cemal Ammar –Mısır’da Abdünnasır’ın İhvana zulmettiği günlerde Sudan’a sığındı ve imam Hasan el-Benna’nın yakın arkadaşlarındandı- el-Benna’nın vefatına kadar şazeliye zikirlerini bırakmadığını teyid etti. Hakkında bildiğim bazı rivayetler de onun bir tasavvuf şeyhi olduğunu destekler nitelikte.

Hasan el-Benna’nın tasavvufu ne tür bir tasavvuftu?

İbadet ve ona sıkıca sarılmayı içeriyordu. Marifetullaha ulaşmayı hedefleyen hakiki tasavvuf üslubuyla nefis tezkiyesini kapsıyordu. Bu amacın dışındaki herhangi bir çaba ise boş yere bir çaba olarak sayılıyordu.

İhvan-ı Müsliminin bu gidişattan saptığını mı düşünüyorsunuz?

Evet, bazı ülkelerde İhvan bu metoddan saptı. Sudan’daki İhvan da bu cemaatin asil eğitimsel çizgisinden sapmış durumda ve siyasete yönelmiş durumda...

Ben zaten başından beri İslami harekette bulunan siyasi cepheye katılmayı hiç istemiyordum. Numeyri hükümetinde başbakan olan ve sözü geçen Ali Reşad Tahir Bekir bana bakanlık teklif etti ve ben bunu reddettim. Siyasete meyilim yoktu. Bendeki eğilim tasavvuf yönündeydi. Ve bu eğilim ta Akademik hayatımda başladı ve Psikolojide Parapsikoloji dalında uzmanlaştım.

İnsan 30 yaşına geldiğinde dünyayı değiştirmek ister. 40 yaşına geldiğinde ülkesini değiştirmekle ikna olur. 50 yaşına geldiğinde ailesini değiştirmeye razı olur. 60 yaşına geldiğinde ise kendini değiştirmeye ihtiyaç duyar. Ben ise çoktan bu yaşı aştım.

Mevdudi ve Turabi

Hasan el-Benna’nın metoduyla İhvan-ı Müslimin cemaatinin değişim isteği nasıl bağdaştırılabilir?

Evet, cemaatin bir terbiye olgusu vardı. Fakat bu olgu hakiki anlamda uygulanabiliyor muydu?! Üstad Mevdudi’ye ve onun cemaatine üyeleri kabul üslubuna hayranım; Üyelik talebinde bulunan kişinin ailesel ve mesleki ilişkilerini ayrıntılarıyla araştırıyorlar işyerindeki patronlarının ve arkadaşlarının görüşlerini öğreniyorlar aynı zamanda paraya tamah edip etmediğini de teyid ediyorlar. Bu üslup tabi olarak tasavvufi bir hareket doğurur. Buna karşın Hasan Turabi’nin üslubu farklıydı. Malik Bedri’yi filanca kişiyi ve falanı eğitime verdikleri önemden ve kadınları tesettüre davetten dolayı vakti ziyan ettiklerini düşünüyor bu kadar çaba sarf etmektense bu gibi meselelerin bir devlet kararıyla halledilebileceğini söylüyordu. Ve kararın içeriği şöyleydi(Sudanlı kadınlar şu şu özellikteki giysileri giymeliler).

Ama şunda Turabi terbiyesini ihmal ettiği talebeleri yüzünden ve hatta kendi terbiyesini bile ihmal ettiğinden dolayı acı çekiyor.

Turabi terbiye eksikliğinden kaynaklanan sorunlardan birinci derecede sorumlu mudur?

Elbette, büyük ölçüde. O ve beraberinde olanlar, çok şiddetli bir tartışmanın yaşandığı kongrelerden birinde Turabi’nin şöyle dediğini hatırlıyorum; Biz bu harekete katılanlardan şu iki şeyi istiyoruz; Harekete sonsuz güven ve aylık aidatların ödenmesi. Kesinlikle denilebilir ki İşte bu düşünce cemaati misak partisinden İslami partiye ve diğer birçok düşünceye kaymasının sebebidir. Aynı zamanda İslami fikir ve terbiyeye bağlılığı azaltma operasyonu bu düşüncenin eşliğinde gerçekleştirilmiştir.

Eğer cemaat tasavvufi bir cemaate dönüştü ise halihazırda dünyada yaşanan durumu değiştirmesi nasıl mümkün olur?

Bakınız… Durumu değiştirmek, siz bununla yükümlü değilsiniz. Müslüman, durumu değiştirmek için tutum ve düşüncelerinde her şeyi tamamıyla değiştiren bir Makyawelli değildir. Mesele başkadır; Allah bizden çaba sarfetmemizi ve hayır üzere olduğumuzu O’ na göstermemizi istemektedir. Nitekim Hz. peygamber (sav)’e “Nefsinden başkasıyla sorumlu değilsin” diye buyurmaktadır.

Şu an İslami harekete bağlı olanlar kendilerinin İslam’dan sorumlu olduğuna ve İslami hareketin dışında kalanların onlardan daha az Müslüman olduğuna inanıyorlar. Ve onların bu fikri, bu hareketi putlaştırmaya kadar götürüyor.

Mevdudi’nin eğitim tarzı başarılı olmuş mudur?

Evet, başarılı olmuştur. Pakistan’da var olan bazı fiil ve gelenekler Mevdudi sayesinde değişmiştir. Ve bu, bir yetki ve güç sözkonusu olmaksızın bir halin değişmesidir ki burada önderin rehberin önemi açıkça ortaya çıkmaktadır; Siyasi yönetimler Mevdudi ile istişarelerde bulunmuşlardır… Oysa O herhangi bir yetki ve güce sahip olmayan sıradan bir kişidir. İşte bizim bu şekilde bir öndere ihtiyacımız vardır.

Üstad Mevdudi'nin, cemaat merkezine bitişik iki odası vardı; bir odayı dinlenmek için kullanıyor diğer bir odayı da yazıhane olarak kullanan zahit bir şahsiyet idi. Misafirlerini gündüz küçük bir salonda, akşam da merkezin bahçesinde kabul ederdi. Cemaatin arabası dışında özel bir arabaya sahip olmayıp, kişisel bir işi için arabayı kullandığında bir ücret verirdi. İşte bunun içindir ki insanlar Onu pek çok sevdiler. Bence Mevdudi Zahid bir şeyh idi.

Sufilik Ve İhvan

Yeni sufi yükümlülüklerine göre tarikat, virdler(zikirler) ve gelenekler sizin üslubunuz dahilinde mi?

Hayır. Temel mesele bu değildir. Şahsi tecrübem odur ki gözlerinizle göreceğiniz bir rehberin olması zaruridir. Eğer ruhi bir gelişme istiyorsanız bir mürşide yönelmeniz gereklidir. Ama ne yazık ki şu an, yetişmiş şeyhler oldukça nadir bulunmaktadır. Fakat eğer Allah’ın sevdiği ve insanlardan istediği sıfatlarla şekillenmiş bir şeyh bulunması halinde irşat makamına, rehberlik etmeye ve önderliğe layık biri var demektir. “Kulumun, farz kıl¬dığım şeylerle bana yaklaşmasından iyisi yoktur. Kulum bana nafilelerle de yaklaşmaya devam eder. Öyle olur ki artık onu severim. Onu sevdim mi işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benden isterse kesinkes veririm. Bana bir sığınsın, onu muhakkak korurum.” (Sahih-i Buhari:6021)

Sufi şeyh niçin rehber edinilir?

Hakiki bir sufi, şeyhi nefsi tedavi eden kişidir; insanların psikolojik sıkıntılarını giderir, mal sevgisinden, şehevi arzulardan ve diğer psikolojik hastalıklardan nefsi kurtarır. Burada önemli olan şeyhin şer’i bilgisi ve dini yaşantısıdır. Şeyh Allah ile bağı kuvvetli olan kişidir.

Dava yolculuklarında kişilerin bu sufi eğitmene tabi olmaları zaruri midir?

Bir şeyhinizin bulunması zaruri değildir. Fakat nefsinizi hastalıklarından arıtmanız temizlemeniz gereklidir. Eğer onu temizlemekten acizseniz, ruhi bir eğitmen aramanız en doğrusu olacaktır.

Kişisel olarak siz bir rehber buldunuz mu?

Evet. Onlara göre dünyanın, Allah ile birlikte olacakları daimi hayatın sadece bir saatlik bir parçasından ibaret olduğu, yüksek ahlak sahibi, kişilerin ruhi hastalıklarını tedavi edebilen ve dertlerine karşı da son derece sabırlı olan insanlar buldum. Ben bir psikoloji uzmanıyım ve bulduğum bu insanlardan çokça istifade ettim ve öğrencilerim de benim faydalandıklarımdan istifade etti. Örneğin “ruh” ve “nefs” kelimelerinin ıstılahi manalarını ben Ebu Haris el-Muhasibi ve İmam Gazali’nin kitaplarından öğrendim.

İkisi de bu kelimelerin temelde bir tek manaya delalet ettiğinde hemfikirdir, fakat vazifeler konusunda bir farklılık söz konusudur. Ruh ve nefs arasındaki farkı bana Sudanlı bir sufi şeyhi öğretmiştir ki iki kelime arasında ince bir nüans vardır. Bizim aldığımız gibi psikolojide bir uzmanlık eğitimi almamasına rağmen bu şeyh bana ruh ve nefs arasında bir fark bulunduğunu ve ruhun Kur’an-ı Kerim’de buyrulduğu gibi “Allah tan bir emir” olduğunu, insanları hayra yönelttiğini, Kur’an’da üstün manalardan başka bir manada kullanılmadığını dolayısıyla herhangi bir Kuran ayetinde yerme, eleştirme makamında ruh kelimesine rastlanılamayacağını söyledi. Nefse gelince; o mükelleftir; "Hani -kıyamet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu demeyisiniz diye- Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahid tutup: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (diye buyurmuştu). Onlar da: Evet, şahid olduk, demişlerdi." (el-A’raf, 7/172)
Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’de “nefs” övme ve yerme bağlamında gelmiştir.

Şu an, kendinize rehber edindiğiniz bu sufi şeyhi bize tanıtırmısınız?

İnsanlara kendisini göstermekten hoşlanmayan adamlar vardır. Çünkü insanlar kendisindeki üstünlükleri gösterenlerin arkasından koşarlar.

Prof. Dr. Malik, siz hangi tarikata bağlısınız?

Mesele tarikatta değil, şeyhte bitiyor. Söz konusu şeyh şu veya bu tarikatta bulunsun hiç durmam hemen Onunla iletişime geçmeye ve ruhi terbiyesinden istifade etmeye çalışırım .

Peki, sizin şu anki şeyhiniz hangi tarikata mensup?

Kadiri tarikatına.

İhvan-ı Müslimin ile hala bir bağınız var mı?

İhvan-ı Müslimin, onlar benim arkadaşlarım, beni batılı düşünceden İslami düşünceye döndüren insanlar. Onlardan çok şey öğrendim. Ve inanıyorum ki sevgili hocamız Şeyh Sadık Abdullah Abdülmacid de üslubu, zühdü ve takvası ile tam bir sufidir.

Demek istediğim onlarla aranızda cemaati bir bağ var mı?

Cemaati bir bağ… Eğer fikir ve tasavvurlarımı cemaate dikte etmeye çalışırsam cemaate zulmetmiş olurum. Ben inanıyorum ki; eğer bir konuda özel yeteneklere sahip kişiler mevcut ise, cemaate düşen görev, bu kişilerin örgütsel bağlarını hafifletip, onları çalışmalarında rahat bırakmak olmalıdır. Bu, allame Mevdudi’nin, Şeyh Muhammed Mustafa el-Azami’ye Mısır’dan Pakistan’a sığındığında yaptığı şeydir. Nitekim Mevdudi bütün örgütsel faaliyetlerden onu muaf tutmuş, O ve oğlu da kendilerini nebevi hadislere hasretmişler ve bu mübarek çaba da melik faysal ödülünü elde etmiştir.. Eğer bu adam “el-usra, el-ketiybe ve el-cevvale (bunlar İhvan-ı Müsliminin cemaat yapısında bulunan bazı faaliyetlere verilen özel isimlerdir) ile meşgul olsaydı söz konusu çalışmayı ne zaman gerçekleştirecekti?

O halde cemaatten uzaklaştığınızı söyleyebilir miyiz?

Bütün vaktim ve çalışmalarım İslami ve diğer araştırmalar üzerine yoğunlaşmış durumda. Allah’a hamd olsun kitaplarım Türkçe, Endonezce, Arapça, Boşnakça, İngilizce ve bazı swahili dilleri (Svahili veya asıl adıyla Kiswahili, Doğu Afrika'da kullanılan bir dildir. Tanzanya, Kenya, Uganda ve Afrika Birliği'nde resmi dildir) olmak üzere pek çok dile çevrilmiş durumda ve bu kitaplardan bazıları 70’lerde yazılmış olmasına rağmen hala yeni baskıları yapılmaktadır. İnanıyorum ki İslam için çalışmak, cemaat için çalışmaktan çok daha mühimdir ve cemaat bazen bir pranga olabilmektedir.

Bu röportaj Rümeysa Bahadır ve Meryem Kasım tarafından tercüme edilmiştir.

Bu haber toplam 14140 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.