1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Herkesin PDR uzmanına ihtiyacı var

Herkesin PDR uzmanına ihtiyacı var

PDR Uzmanı Hamide Temiz "Günümüzde hayat şartları ve yaşam sürekli değişmekte. Bu nedenle kendisini tanımak isteyen herkesin bir PDR uzmanına ihtiyacı olabilir" dedi

A+A-

ALANYA HABER - PDR Uzmanı Hamide Temiz "Günümüzde hayat şartları ve yaşam sürekli değişmekte. Bu nedenle kendisini tanımak isteyen herkesin bir PDR uzmanına ihtiyacı olabilir" dedi

ALANYA Belediyesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik (PDR) Uzmanı Hamide Temiz, bu haftaki Pazartesi Sohbeti'nin konuğu oldu.

Her bireyin PDR uzmanına ihtiyaç duyabileceğini belirten Temiz, öğrenciler ve veliler arasındaki diyaloglarda dikkat edilmesi gereken konulara da değindi. Belediye bünyesinde oluşturdukları bölüm hakkında bilgiler de veren Temiz, sınav kaygısını aşmanın yollarını anlattı.

HAMİDE TEMİZ KİMDİR?
1980 Alanya doğumlu. İlkokulu Barbaros İlkokulu’nda, orta ve lise öğrenimini Alanya Lisesi’nde tamamladı. Yaklaşık üç ay önce Doğu Akdeniz Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü’nden mezun oldu.

- Psikolojik danışmanlık ve rehberlik nedir?

Rehberlik bireye kendini anlaması, çevredeki olanakları anlaması ve doğru kararlar vererek kendini gerçekleştirebilmesi için yapılan profesyonel ilgi ve destek sürecidir. Kendini gerçekleştiren birey kim olduğunu gerçekçi bir gözle algılar, insan değerlerine saygı duyar, onları benimser ve geliştirir. Zamanı iyi kullanır, yeniliklere ve değişime açıktır.

- Belediyede böyle bir bölümün oluşturulma sebebi nedir?

Buradaki amacımız öğrencilere ve ailelere sınav kaynaklı kaygı ve stresle başa çıkma yöntemleri konusunda rehberlik yapmak ve öğrencilerin ilgi ve yeteneklerini bilimsel yollarla belirlemek. İleriye dönük daha bilinçli yönlendirmelerin yapılması için belediye içerisinde böyle bir kuruma ihtiyaç duyduk. Unutmamalıyız ki gençler ülkemizin geleceğidir.

- Rehberliğin amaçları nelerdir?

Kişiye karar verme ve tercih yapma bilgi ve becerisini kazandırır. Başkaları için yaşayan, başkaları tarafından öğretilen, başkalarına bağımlı bireyler yerine kendine özgün kişilik özellikleri kazandırır.
Bireylerin ilgi ve yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirir.
Verimli ders çalışma ve iş yolları öğretir.

- Her bireyin psikolojik danışman ve rehbere ihtiyacı var mıdır?

Psikolojik danışmanlık herkese verilen bir hizmettir. Bir insanın psikolojik danışma hizmeti alabilmesi için illaki bir sorununun olması gerekmiyor. “Kendi potansiyelimi fark etmek istiyorum, kendimi geliştirecek alanlar bulmak istiyorum” diyen herkes bir PDR uzmanına başvurarak yardım alabilir. Bunların dışında kimseye anlatamadığımız fakat birileriyle paylaşma gerekliliği hissettiğimiz duygu ve düşüncelerimiz varsa, hayatınızda yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu düşünüyorsanız, son dönemde aşırı stresliyim ve kaygılıyım diyorsanız, nasıl ders çalışacağımı bilemiyorum, ders çalışmama rağmen başarılı olamıyorum diyorsanız, yaşamım nereye gidiyor diye endişeleniyorsanız psikolojik bir danışmana başvurmanız sizin için en akılcı çözüm olur diye düşünüyorum.

- Rehberliği günümüzde zorunlu kılan nedenler nelerdir?

İş kollarının artması, tercih yapma zorluğu, değişen değer yargıları ve kuşak çatışması, toplumun hızlı şekilde değişmesi, karmaşıklaşması ve bunun getirdiği uyum güçlükleri, köyden kentlere göç ve gecekondulaşma ve bunların getirdiği uyum güçlükleri, insanın kendini tanıma ve anlama ihtiyacı, duygusal yaşamın önem kazanması ve duygusal gelişimin eksiklerinin tamamlanması, sosyo ekonomik bakımdan farklılık gösteren bireylerin olması, meslek seçiminin zorlaşması günümüzde rehberliği gerekli hale getirmiştir.

- Size yapılan başvurular genelde hangi konularda oluyor?

Genelde bize yapılan başvurular sınav kaygısı, meslek seçimi konusunda yaşanılan kararsızlık, derslerdeki ve sosyal hayattaki problem, aile içi şiddet ve aile ile genç arasında oluşan meslek seçimi ile ilgili uyumsuzluk, ailenin mesleğe bakış açısıyla öğrencinin bakış açısının aynı olmamasından kaynaklanan problemler konusunda oluyor.

- Velilerin öğrencilere yaklaşımı nasıl olmalı?

Öncelikle 0-6 yaş arası, çocuğun gelişimsel dönemi tamamladığı zamandır. Bu yaşlarda çocuğun ailede edindiği statü, onun gelecekteki kendine güveninde ve statüsünde büyük önem taşımaktadır. Aile bu yaşlardan itibaren çocuğuna eğitim açısından destekleyiciyse ailenin sevgi ve şefkat göstermesi, onunla sıkıntılarını ve mutlu anlarını paylaşması, derslerinin yükselmesinde çok büyük etkendir. Eğer aile çocuğun okuluyla iletişim halindeyse, bu da başarıya büyük etkendir. İletişimi kuvvetli olan aile ortamında büyüyen çocuk cümle kurma, kurdukları cümlelerin uzunlukları, kendilerini daha iyi ifade edebilme özellikleri ile diğer çocuklardan daha farklıdır. Eğer anne babanın tutarsız davranışları varsa bu da çocuğun derslerinin düşüşüne sebep olur. Anne ve baba ne kadar ilgiyle ve dikkatle çocuğunu dinlerse, karşılığında da aynı şekilde çocuğu tarafından dinlenir. Ailelerin en büyük hatalarından birisi de hataları çözüme ulaştırmak için kendi çözümlerini empoze etmeleridir. Fakat şunu unutmamalılar ki, her hatayı sonuca götüren çözüm aynı değildir. Aile içinde çocukla ebeveyn arasında en çok tartışma babayla geçiyor. Çünkü baba, anneye göre daha kuralcı davranıyor.

- Öğrenciyi başarı ve başarısızlığa götüren nedenler nelerdir?

Öncelikle yapılan araştırmalar kaygı ile başarı arasında doğru bir orantı olduğunu göstermektedir. Hiç şüphesiz başarı için biraz da olsa kaygıya ihtiyaç vardır. Buna genel uyarılma hali de diyebiliriz. Örneğin üniversite sınavına hazırlanan bir gencin çalışma hali, içinde kaygıyı barındırır. Fakat çevredeki genel uyarıcılarla beraber örneğin ailenin sürekli baskıcı tavrı, çevresindeki akrabalar, kazanamazsan bir senen boşa gidecek cümleleri, yada dayının oğlu kazandı sen neden yapamıyorsun, yemedik içmedik sana harcadık nasıl anlamazsın sen bu dersleri diye konuşan ailelerin çocuklarından beklentileri o kadar yükselmeye başlar ki, zamanla gençteki bu başarı için yeterli olan kaygıyı zararlı boyuta taşımaktadır ve adeta çocuk kıpırdayamaz duruma gelmektedir. Öğrenciye göre sınav karizmadır, sınav ne kadar iyi ne kadar kötü olduğunu gösterir. Daha önce yaşanmış bir başarısızlık varsa bu da genci yüksek derecede kaygıya iter. Gençleri sınav kaygısına iten diğer nedenlerden bazıları da hedefin belirsizliği, gerçekçi olmayan hedefler, öğrencinin önünde başarılı bir örnek olmaması, plansızlık, çalışma metotlarını bilmemesidir.

- Kaygı ile baş etme yolları nelerdir?

Öncelikle birey kendini tanımalı, hayatta belirlediği gerçekçi hedeflerini sürekli kendisine tekrar etmelidir. Kaygı duyduğunuz alanlar neler bunları keşfetmeye çalışın. Örneğin, sürekli sınava geç kalma telaşı taşıyan öğrenci bunun için gerekli hazırlıkları önceden yaparsa ve önlemlerini alırsa, geç kalmayacağını düşünerek bu düşünceden uzaklaşabilir. Bilinçaltımız her zaman kayıt halindedir ve her şeyi not eder. Ben başarısızım, ben tembelim, yapamıyorum, sınavdan korkuyorum gibi olumsuz düşünceleri aklınızdan geçirmeyin. Size başkalarının söylemesini beklemeden ne kadar değerli olduğunuzu hatırlatın kendinize ve isterseniz her şeyi başarabilme gücünüzün içinizde olduğunu hissedin ve bunu tekrar edin. Sınavdan çıktıktan sonra şöyle bir etrafınıza baktığınızda öğrencilerden en çok duyduğunuz cümle “şimdi getirsinler bütün soruları çözerim”dir. Eğer kaygılandığınızı hissederseniz derin derin ve yavaş biçimde nefes alıp verin (derin nefes alma egzersizleri gibi başkaca ilaçsız doğal tedavi yöntemleri mevcuttur.) Bahçeye, balkona, pencereye doğru başınızı uzatın ve derin derin temiz havayı içinize çekin ve tarif edildiği gibi yavaş nefes alıp vermeye özen gösterin.

- Her sene sonunda yapılan sınavlar öğrencilerde olumsuz etkiler bırakıyor mu?

Her yıl yapılan sınavlar ve yerleşmemiş sınav düzeni hem öğrencinin hem de ailenin üstünde olumsuz etki bırakıyor. Öğrenciler özellikle lise hazırlık sürecinde unutmamalıyız ki ergenliğin en çalkantılı dönemini yaşamaktadırlar. Bu dönemde kişisel gelişimlerinden çok maalesef sınavlara odaklanmak zorunda kalıyorlar. Ailelerin bu dönemde en çok takıldığı soru gene aynı net sayısında takıldı kaldı, çocuğuma nasıl yaklaşmalıyım, olur olmadık şeyler yüzünden bizimle kavga ediyor cümlelerini duyuyoruz. Fakat şunu unutuyoruz ki bu cümleler hem öğrencide hem de ailedeki kaygıyı yükseltmekten başka bir işe yaramaz. Hem öğrencinin hem de ailenin artık kullandığı tek kelime kazanmak yada kaybetmek olmaya başlamıştır. Ailelerin bu doğrultuda yapması gereken ise sonuca odaklanmak yerine, öğrencilerin eksiklerini belirleyip buna odaklanmaktır. Çünkü sonuca odaklanmanın kaygısıyla öğrenci şimdiki zamanda yapabileceklerini kaçırır.

- İkili ilişkilerde nelere dikkat edilmelidir?

İlişkilerin temelinde yatan en önemli olgu saygıdır. Herkesle çok iyi ilişkiler kurmak zorunda değiliz ama toplum olarak bir arada yaşıyorsak birbirimize saygı duymak zorundayız. Her şeyden önce insanları oldukları gibi kabul etmeliyiz. İnsanların övgü ve onay beklediklerini unutmayın, eleştiri yaparken acımasız ve saygısız olmayın. Bir de ilişkileri etkileyen en önemli etken gülümsemektir. Korkmayın, gülümseyin. Merak etmeyin bitecek bir şey değil gülümsemek. Sizde o kadar çok var ki ondan, çevrenize dağıttıkça size geri dönüşü kahkaha olacaktır. İnsanlara ismiyle hitap etmeye özen gösterin. Onlara önemli olduklarını hissettirecektir. Onları anladığınızı ve sizin için önemli olduklarını hissettirin. Unutmayın iletişimin başladığı yer aile ortamıdır, aile iletişimi kuvvetli ve saygılı olan birey çevresindeki insanlarla da iyi ilişkiler kurar. İlişkiler içinde çatışmaları barındırır, bu çatışma iki grup, iki ülke, yada iki insan arasında olabilir. Çatışma kaçabileceğimiz bir şey değil, farklı görüşleri ele alış biçimidir. Büyümeyi ve gelişmeyi sağlar.

- İlişkileri etkileyen en önemli etkenler nelerdir?

Öncelikle dış görünüşün bıraktığı izlenim asla yabana atılmaz. Aslında bunu en iyi açıklayan söz “Ye kürküm ye”dir. Acaba gerçekten kaçımız bu şekilde davranmıyor? Söyleyiş tarzı, ses tonu, vurgular. Şöyle bir düşünün, gün içinde kaç kişiyle görüşüyoruz, yakınlık derecemiz bu kişilerle nedir ve onlara kullandığımız ses tonunu düşünün. Bir şeyleri isteme şeklimizi getirin aklınıza. Bize olan yakınlıklarına göre ses tonumuz ve vurgularımız değişiklik göstermektedir. Birisinden su istediğinizi düşünün, örneğin arkadaşınız mutfağa gitti seslenirsiniz “Gelirken bana bir bardak su getir” dersiniz ama nedense bu cümlenin sonuna ‘misin’ eklemezsiniz. Ona yakın olmanız size bu hakkı verir mi? Şimdi suyu isteyen, o getiren de sizsiniz. Aynı konuşmayı hayal edin. Gerçekçi olun, suyu getiriyorken aklınızdan neler geçti? Atalarımız boşuna dememişler ‘tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır’ diye. Aynen gülümseme gibi siz ‘misin’leri kullandıkça karşınızdakinden ‘müsün’, ’mısın’, ’musun’ lar duyarsınız. Ortam ise ilişkileri etkileyen bir diğer unsurdur. Sıcaklığı, soğukluğu, aydınlanması gibi iletişim gidişatında önemli role sahiptir. Dokunma, el kol hareketleri, mimikler, yüz ifadesi kültürden kültüre değişiklik göstermektedir. Örneğin bizim kültürümüzde yapılan ve memnuniyetlik belirtisi olan bir çok el hareketinin, başka ülkelerde memnuniyetsizlik olduğunu biliyor muydunuz? Yeni tanıştığınız birine yada çok iyi tanımadığınız birine el şakası yaptığınızı hayal edin. Eminim bir çoğunuz çoğu zaman ters tepki almıştır. Diyelim ki el hareketlerinden hoşlanmadığını söyleyen bir insandan çok daha kotu ne olabilir, hiç düşündünüz mü? El şakası yaptığınız insan daha önce tacize uğramış olabilir mi acaba ve sizin yaptığınız ufacık bir hareket ona unutmaya çalıştığını hatırlatmış olabilir mi?

Bu haber toplam 12216 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.