1. HABERLER

  2. KİTAPLIK

  3. Üstü Kalsın İhanetimin / Sema Karabıyık

Üstü Kalsın İhanetimin / Sema Karabıyık

Sema Karabıyık yeni romanında, sermayenin ağababalarının ekonomide tetikçi olarak kullandıkları bireylere odaklanıyor...

A+A-

İlk romanı Muamma'da finans piyasasının egemen olduğu küresel dünyaya alternatif bir bakış sunan Sema Karabıyık yeni romanında, sermayenin ağababalarının ekonomide tetikçi olarak kullandıkları bireylere odaklanıyor.

Sema Karabıyık'ın, geçtiğimiz yıl yayınlanan Muamma isimli romanının devamı niteliğindeki Üstü Kalsın İhanetimin Profil Yayınları arasından çıktı. İlk romanı Muamma'da finans piyasasının egemen olduğu küresel dünyaya alternatif bir bakış sunan yazar yeni romanında, sermayenini ağababalarının ekonomide tetikçi olarak kullandıkları bireylere odaklanıyor. Hayatının 10 yılını borsada geçiren Karabıyık "Kazanmak için çok kazandırmaktı icra ettiğim işin özü." diyor ve ekliyor "Medyanın işin içine nasıl dahil edildiğine çok yakinen şahit oldum. Yazdıklarım aslında bir bakıma günah çıkarma, arınma yöntemi. Çok yıpratıcı, incitici zamanlardı. Yazdıklarımda yaşadıklarımın izleri var"

Üstü Kalsın İhanetimin'de kurgu bir önceki romanınız Muamma ile eş zamanlı olarak mı ilerledi yoksa roman bittikten sonra sizden ayrılmayan kahramanlar mı ördü yeni romanı?

Sorunuzun cevabı her ikisi de aslında. Muamma'da konunun dağılmasından, hacmin genişlemesinden, kontrolüm dışına çıkmasından duyduğum kaygıyla anlatmadığım kısımlar vardı. Yazmaktan özellikle kaçındığım o bölümlerde Derya'nın hikayesi çok baskındı. Ki başlangıçta Derya'nın hikayesi idi beni esinleyen, yazmaya mahkum eden.

Her sonun yeni bir başlangıç olduğuna inanırım. Sinemada, romanda eser sahibinin bize sunduğu 'son'dan sonrasını hayal etmek, düşünmek gibi bir takındım vardı zaten. Muamma'nın sonunda yaşanan o patlamada, ucu açık olmasına rağmen ben ölmediklerini biliyordum. Ölmeyen karakterler yaşamaya devam ettiler yaralı, endişeli, şüphe içinde. Muamma çıktığında Yeni Şafak için yaptığımız röportajda sorulan bir soru, okuyuculardan gelen "devamını yazsanız okuruz" talebi neticesinde yazmakta olduğum romanı bırakıp Üstü Kalsın İhanetimin'i yazmaya başladım.

Muamma, türlü oyunların oynandığı finans piyasasının egemen olduğu küresel dünyaya, büyük fotoğrafa farklı bir bakış sunuyordu. Yeni roman daha çok bireye dönük. Hangisini yazmak daha karmaşık ya da zor, bireyi mi dünyayı mı?

Aslında her iki roman da bireyin hikayesi bana sorarsanız. Muamma'da küresel sistemin bireyi nasıl devşirdiğini, kendisi için ekonomik tetikçi haline getirdiğini; işi bittikten, kullandıktan sonra da nasıl gözden çıkardığını, yok etmeye teşebbüs ettiğini anlatabilmem için, büyük fotoğrafa odaklanmam kaçınılmazdı. Vazgeçilmez, çok zeki olduğuna inanan kişilerin aslında bir hiç olduğunu anlaması idi hikayenin özü. Büyük hikayeyi oluşturan küçük hikayelerdi neticede.

Üstü Kalsın İhanetimin ise sistem tarafından kullanılan, ihanete uğrayan insanın, herkes şüpheli ve herkes şüpheci ikenki çıkmazına odaklanıyor.

İkisi için de karmaşık ya da zor diyemem. Karakterlerimi zora sokmaktan, köşeye sıkıştırmaktan zevk alıyorum, ama aslında kendi sınırlarını zorluyorum. 'Hadi bakalım bunun üstesinden nasıl geleceksin oyunu' bir bakıma bu benim için. Uzunca bir süre sadece yazıyorum asla dönüp yazdıklarımı okumuyorum. Bitirmeden okumama gibi bir takıntım var.

Bireyin tarihi para ile paralel ilerlemeye ne zaman başladı?

Tarih kadar eski. Lidyalıların parayı bulmasına kadar gider. Algılama sürekli değişmiş ama tarih boyunca. Mesela Taş Devrinin orijinal bolluk toplumu olduğunu ileri sürüyor bir görüş. İhtiyaçların ya çok üreterek veya daha az şey arzu ederek kolayca karşılanması şeklinde yapılıyor bolluk tanımı. Avcı toplumu yakından incelendiğinde görülüyor ki ihtiyaç duydukları her şeye sahipler ve ihtiyaçlarını imal edebiliyorlar. Uzun süre saklama anlayışı olmadığı için de fazladan yedek eşyaya ihtiyaç duymuyorlar. Nesnelerin biriktirilmesi ile statü arasında bir bağlantı da yok dolayısıyla. Halbuki günümüzde küresel dünyada her şeye ulaşmak mümkün ama bu ulaşabilirlik hissi insanı daha çok yoksun hissettirmekten başka bir işe yaramıyor. İstekleriniz yoksa eksiğiniz de yoktur ama isteğinizin olmamasına müsaade edilmiyor. İçinde yaşadığımız çağ benzeri görülmemiş bir biçimde açlık çağı. İnsanlığın üçte biri ile yarısı arasında değişen oranın her gece aç yattığı söyleniyor. Taş devrinde ise bu oran oldukça düşük. Bize göre çok daha az şeye sahip olmalarına rağmen yoksul değiller.

Ekonomi üretimden koparıldığı rant ekonomisine dönüştüğü an tehlike çanları çalmaya başlıyor. Tüketim odaklı ekonomi, hazcı ve akıldışı. İnsanı haz nesnesi olarak gören bir anlayış üzerine kurulu.

Finansal ekonomi yani paradan para kazanma anlayışı ile birlikte kısa vade ve hızlı kar dönemi başlıyor. Kısa vadeye ve çok kazanmaya endeksli bir ekonomi anlayışı, iş hayatından evlilik hayatına kadar, Sennett'den ödünç tabirle söylersek karakter aşınmasına sebep oluyor. Para bir kitle zihniyetinin oluşması için gerekli ilgi odağı ve amacı yaratabilecek güçte.

Geçenlerde facebook'ta çıktı karşıma; eskiden eşyaları kullanır insanları severdik; şimdi eşyaları seviyor insanları kullanıyoruz diyordu.

Kitapta en çok dikkati çeken bölüm başlıklarından biri:Yeni para düzeni: vaatleri vaatlerle takas etmek. Hakikaten çok etkileyici bir bölüm, baştan sona. Değerlere dair vaatleri kim kontrol ediyorsa bütün piyasayı da onun kontrol ettiğini söylüyorsunuz. "Paraya ulaşmak için çaba sarf edip kazanan insan yok halbuki insanlık tarihinde." tespitinden hareketle sormak istiyorum: Modern insanın parayla olan ilişkisindeki körleşme nasıl sağlanıyor bu sistem içinde?

Değerleri kontrol edemedikleri noktada değer üretmeye başlıyorlar.

Tek değer yargısı para. Ne kadar kazandığınız, nerede yaşadığınız, otomobilinizin, giydiklerinizin, saatinizin, cep telefonunuzun markası. Sahip olduklarınızın değeri üzerinden bir fiyat biçiyor sistem. İyi bir roman yazmanız değil romanınızın kaç sattığı önem kazanıyor. Satış oranında başarılı/başarısız olarak değerlendiriliyorsunuz. Geçenlerde Ahmet Ümit bir TV programında başarılı olmayı değil mutlu olmayı seçtim dedi. Sevdiği bir işi yaptığına eminim yazarken çık mutlu olduğuna da. Ama bu cümleyi kurmak ve paylaşmak için kitaplarının çok satmasını bekledi. Kitapları baskı yapan, çok satan dolayısıyla çok kazanan bir yazar olarak mutlu olmayı tercih ettim cümlesi çok yakıştı söylemine. Ben aynı cümleyi kursam müstehzi bir ifade ile kaç romanın var kaç sattı diye bir soruyla karşılaşırım büyük ihtimal. Halbuki ben hakikaten çok bilinçli olarak beni çok mutlu ettiği için kendimi çok daha rahat ve iyi ifade ettiğim için seçtim yazı hayatını. Başarıyla icra ettiğim ve kazancı çok yüksek bir mesleği terk ederek.

Neden derdi olan romanlar yazdığım neden popüler romanlar yazmadığım da en sık karşılaştığım soru. Popüler yani kişiye şöhreti ve kazancı kısa vadede getiren romanlar. Tek kriter satış miktarı ve kazanılan para olduğunda insan hangi meslekte olursa olsun daha çok para kazanmaya kanalize olmaya başlıyor. Avukat haklının değil paralının; doktor şifaya ihtiyacı olanın değil daha çok para verenin yanında saf tutarken; yazar da çok satacak proje kitaplara eğilim gösteriyor.

Yapılan işin niteliği değil niceliği önemli olmaya başladığı an başlıyor körleşme. Sahip oldukları, tüketim hızı üzerinden değerlendirilen ve değer kazanan insan; trende uyum sağlamak, teknolojiyi takip etmek, son çıkan ürünü ilk alan olmak için sabaha kadar kuyrukta bekleyebiliyor böylece.

Medyaya da ciddi eleştiriler getiriyorsunuz kitabınızda. Ekonomi -medya ilişkisi, ekonomi- suç ilişkisi, 'pop'laşma ve yozlaşma kitabın arka fonunda ilerliyor. Köşe yazılarınızda da bu minval üzerine yazdığınızı biliyoruz. Bugünü yazmanın yazara açtığı -olumlu ya da olumsuz- alanı merak ediyorum...

Aslında eleştiri dilinden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyorum. Tespit etmeye çalışmak, biraz daha yakından bakmak daha doğru geliyor bana. Gördüklerimi, şahit olduklarımı, gözlemlerimi, içinde bulunduğum durumu yazıyorum yani bugünü. Ekonomi -suç, ekonomi- medya ilişkisi dediğiniz bir dönem benim de bir fiil içinde olduğum bir durum. Yazdıklarım masa başı hayal ürünü şeyler değil. Gerçek hayatta karşılığı var. Hayatımın 10 yılı borsada geçti. Kazanmak için çok kazandırmaktı icra ettiğim işin özü. Çok para kazanmak zirveye çıkmak gibi hayallerim, hırslarım yoktu. İşimi iyi yapmaktı tek derdim. Hatta gelen teklifleri çok gencim diye reddettim vakti zamanında. Alışılmış bir şey değildi çok gencim, tecrübem yeterli değil demek. Üniversiteden mezun olduğu an genel müdür koltuğuna oturmak isteyenlerin olduğu bir dünyada yadırgandı. Medyanın işin içine nasıl dahil edildiğine çok yakinen şahit oldum. Yazdıklarım aslında bir bakıma günah çıkarma, arınma yöntemi. Çok yıpratıcı, incitici zamanlardı. Yazdıklarımda yaşadıklarımın izleri var.

İçinde bulunduğumuz bu hal, edebiyatımıza ne oranda yansıyor peki?

Piyasalaşma süreci her alanda yaşanıyor. Poplaşma edebiyata da vuruyor damgasını. Okumak kimsenin derdi değil ama herkes yazma peşinde. Son yıllarda çok kazananlar listesinde yazarların olmasından dolayı da roman yazmak çok revaçta. 1990'lı yıllarda pop müzikte yaşanan patlamanın benzeri yayın dünyasında da yaşanıyor.

HALE KAPLAN ÖZ

YENİ ŞAFAK / KİTAPLIK

Bu haber toplam 6451 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.