1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Oyunculuk, Bilinçli şizofrenidir

Oyunculuk, Bilinçli şizofrenidir

“Tiyatro bir virüstür.” , oyunculuk da ‘bilinçli bir şizofrenidir’ diyen İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yeni genel sanat yönetmeni Ayşe Nil Şamlıoğlu Aksiyon Dergisinden ELİF NESİBE ÖZBUDAK 'ın sorularını yanıtladı...

A+A-

ELİF NESİBE ÖZBUDAK / Aksiyon Dergisi


“Tiyatro bir virüstür.” , oyunculuk da ‘bilinçli bir şizofrenidir’ diyen İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yeni genel sanat yönetmeni Ayşe Nil Şamlıoğlu Aksiyon Dergisinden ELİF NESİBE ÖZBUDAK 'ın sorularını yanıtladı...

En son ‘Yol Arkadaşım’ dizisindeki ‘Hafize’ karakteriyle karşımıza çıkan yılların Devlet Tiyatrosu oyuncusu Ayşe Nil Şamlıoğlu, mayıs ayında Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği’ne atandı. Her ne kadar, bu makamla ilgili sık değişiklik yapıldığı eleştirilerinin gölgesinde görevine başlasa da bu Şamlıoğlu’nu pek etkilememiş. Sorumluluk bilinciyle sıkı bir çalışma temposunun içine girmiş. Atama trafiği ile ilgili tepkileri haklı buluyor. Zira, icraatlarının görülebilmesi için bir genel sanat yönetmeninin en az üç seneye ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Daha önce ‘Ferhunde Hanım ve Kızları’ ile ‘Bizim Evin Halleri’ dizilerinde olduğu gibi hayatı tiye alan karakterler canlandıran sanatçı, gerçek hayatta da benzer bir kişilik sergiliyor. Her halükârda hayatta zevk alacak şeyler bulabilen insanlardan o. Bunu daha ilk karşılaşmanızda sergilediği sıcak tavırlardan rahatlıkla anlayabiliyorsunuz.

Nitekim, yarım saat diye niyet ettiğimiz sohbet tam bir buçuk saat sürdü. İşte keyifli sohbetin önemli ayrıntıları…

 - Gazetecilik ve mimarlık eğitimini yarıda bırakıp konservatuvar bitirdiniz. Bu kadar sevdiğiniz ve emek verdiğiniz tiyatro sizin için ne ifade ediyor?

 ‘Sahnenin bir kez tozunu yutan bir daha vazgeçemez’, ‘Tiyatro bir virüstür, kana bulaştıysa antikoru yoktur; hasta iyileşemez’ ya da ‘Kendimi bildim bileli oyunculuk yapmak istedim’ gibi cümleler insanlara romantikmiş gibi gelir. Ama bunlar hakikat. Küçüklüğümde çocukların kendini Türkan Şoray ya da Hülya Koçyiğit ile özdeşleştirip artist olmak istemesi anlaşılır bir şeydi. Ama benim gibi rüyasında kendini sahnede bir tirat oynarken ve sonra seyirciye selam verirken görmek ve hep bir gün sahnede olmak istemek her çocuğun yapabileceği şey değildi. O yüzden ben çocuk tiyatrosunu çok önemsiyorum. Çünkü tiyatro çocukken seyrettiğimiz oyunlarla kanımıza giriyor ve benim gibi “Oyuncu olmazsam ölürüm!” diyenler çıkıyor ortaya.

- Çok hareketli ve pozitif bir kişiliğiniz var. Her zaman mı böylesiniz, yoksa tiyatro söz konusu olduğunda mı bu durum geçerli?

Tiyatro. Mesela sezon tatili benim için sadece bir sonraki dönem yapacaklarım adına güç toplamaktır. Bedenimi dinlendirmeliyim, çünkü fiziksel olarak çok yıpratan bir işi yapıyoruz. Mecbur olmasam hiç durmayacağım. Hatta bir arkadaşım (Zerrin Tekindor) bir gün provadayken bir kitap getirdi. Adı ‘Dur bir mola ver’. Dedi ki, “Kitabın içeriğini hiç bilmiyorum. Ama benim için ismi önemliydi. Bunu görünce, Ayşe Nil’e almak zorundayım, dedim. Allah aşkına Ayşe Nil, dur bir dinlen, sana bir şey olacak diye korkuyoruz.”

 - Devlet Tiyatrolarında yönetmenlik kadrosundaydınız. Oyunculuğu da beraber yürüten bir kişi olarak yönetmenlik için ne dersiniz?

Ben sinema ve tiyatro yönetmenlerinin ne yapıp edip bir ucundan sahneye çıkmasından, üstüne, kameranın karşısına geçmesinden yanayım. Çünkü ancak o zaman oyuncunun ne hissettiğini anlayabilirler. Ben bilirim ki, oyuncu aslında bir bebektir. Ve o yeni bir dünyanın içine girdiği zaman aslında çok korkuyor. Ama ne kadar korktuğunu ve bebek olduğunu kimseye söyleyemeyecek kadar da biyolojik yaşı ve kariyeri büyük. Bu yüzden bir başka noktada hırçınlık yaparak “Bu sahneden rahatsızım, şunun şurasını beğenmedim” gibi cümleler kuruyor. Bir yönetmenin işi o bebeğin huzurlu olmasını sağlamaktır. ‘Sahnenin üstünde provaya girmek’ demek ‘esintiye bile tahammülü olmayan açık yaraya dönüşmek’ demektir. Çünkü siz kendinizden soyunursunuz. Kendinizden soyunup, vazgeçip bir başkası olacaksınız. Oyunculuk bilinçli şizofrenidir. Çünkü ben bilerek ve isteyerek kişiliğimi bölüyorum. Kendimi geri çekip ‘şu insan olacağım’ diye karar veriyorum. Bunu yıllarca yaptığınızı düşünsenize. Bu meslekte insanlar yol aldıkça zanneder ki, ‘tecrübeli’ olmak ‘korkusuz’ olmak demektir. Tam tersine, tecrübeniz arttıkça korkunuz büyür. Neden? Yaptığınız işin büyüklüğünü ve zorluğunu ancak anlarsınız. Ve artı kendi öz geçmiş dağınızın üstüne çıkmak zorundasınız.

- Sizin tercihiniz hangisi?

Eğer yönetmenliği sadece ‘saha müşahitliği’ ya da ‘trafik memurluğu’ olarak görüp ‘sen sağdan gir, sen orada otur’ gibi komutlardan ibaret sanırsanız oyunculuğu seçersiniz. Çünkü onu daha ‘yaratıcı’ bulursunuz. Ama yönetmen olarak elinizdeki oyunla bir dünya kuruyorsanız onun hazzı bambaşkadır. Yönetmen olduğum yıllar içerisinde çok büyük özlemim oynamak oldu. Hatta yönetirken oyunculara “Bir işi de yapamayın.” derim. Bir mırın kırın etsinler de ben söylediğim şeyin nasıl yapılacağını hop diye sahneye atlayıp göstereyim ve hevesimi alayım diye içimden geçiririm. Bazen de “Hep ben yönetiyorum, siz oynuyorsunuz. Yeter, hepiniz aşağı geçin, ben oynayacağım.” diyorsunuz. Tiyatroda mesela son üç dakika anonsu gelir. Tam antre alacağınız yerde bekliyorsunuz. Öyle bir an ki, onun bir adım gerisi ben oyuncu Ayşe Nilim, bir adım attığım zaman karanlıktan ışığın altına geçeceğim ve o andan itibaren oyun kişisi Bayan X olacağım. Kendim olmakla oyun kişisi olmak arasında durduğum yer o üç dakikadır. Aynen ‘arafta kalmak’ gibi. Yönetmen olarak ise kendimi ‘çok büyük yuva açmış biri’, ya da ‘çok çocuklu bir anne’ gibi hissediyorum. Oyun sırasında salonun en arkasına çekilirim. Bu onların oyunu devraldıkları ve benim seyirciliğe geçtiğim andır. Kendi çocuğum ilkokula başlarken nasıl ağladıysam, onların oyununu gördüğüm zaman aynı şeyi hissediyorum. ‘Onlar artık benim bebeğim değil’ deyip ağlıyorum.

 - Kendi çocuğunuzda var mı tiyatro merakı?

Yok, o sinema yönetmenlik okudu. Tiyatroya yönelmedi. Belki de benim bu kadar tiyatro ile dolu yapım karşısında o karşı sanat grubunu seçti. Bence de akıllılık etti. Daha çağdaş sanat. Herkes tiyatroya ‘ölü sanat’ deyip üstümüze geliyor. Katiyen katılmıyorum. Karşılığı sinema gibi olamıyor tiyatronun. Sinemada attığınız her imza geleceğe kalıyor. Tiyatro ise buza yazılan yazıdır. Buz eriyince uçup gidiyor, sadece seyredenlerin belleğinde bir anı olarak kalıyor.

- Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği, size daha önce de teklif edilmiş; ama kabul etmemişsiniz.

Devlet Tiyatrolarında da bana yöneticilik teklif edilmişti. Ben yönetici olmak istesem gidip siyasal bilimler okurdum, niye konservatuvar okuyayım? ‘Konservatuvar okuyup da nihayet sanatçı oldum’ diye büyük sevinç içindeyken ‘niye beni yönetici koltuğuna oturtasınız ve ben böyle ciddi ciddi bir masanın başında durayım’ diye düşünürdüm. Çünkü yönetici koltuğunda oturduğunuzda yapmanız gereken şey sanatçıların daha sağlıklı sanat üretebilmeleri için onlara imkân sağlamak. Ama bunu yaparken ben de bir sanatçıyım ve kendi üretimimde geri kalacağım. Bu, ‘kendinden vazgeçmek’ demektir. O yüzden de bizler kaçarız yöneticilikten. Ama bir yerden sonra bu öneri size birden fazla kez geliyorsa, eğer meslektaşlarınız, “Bu görevi üstlenme zamanın geldi de geçiyor.” diyorlarsa zamanı gelmiş demektir.

 - Devlet Tiyatrosu kökenli olmanız da eleştirildi. Hatta İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği oyuncuları geçenlerde bir bildiri yayınlayarak buna anlam veremediklerini dile getirdi.

            Ben eleştirilere cevap vermiyorum. Çünkü bu polemik oluşturur. Polemik sanatsal üretimi ve kurumu zedeler. Ama arkadaşlarım tepkilerini yüksek sesle ifadede haklıdır. Hiç ses soluk çıkmaması daha olumsuz bir şeydir. Devlet Tiyatrosu ile Şehir Tiyatrosu arasında söylenildiği kadar ciddi bir ayrım yok. Benim için ‘tiyatro’ ve onun olmazsa olmazları vardır. Oyuncu her yerde oyuncu, yönetmen her yerde yönetmendir.

- Son dönemde yapılan sık görev değişiklikleri (9 yılda 7 kez) de kamuoyunun tepkisini çekti. Bu tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Haklıdırlar. Bu kurumun yönetim kuruluna atananlar iki yıllığına atanıyor. “Yönetim kurulu bile iki yıllığına atanır” diye cümleniz varken, “genel sanat yönetmeni şu kadar yıllığına atanır” diye bir şey yok. İster bu kurumun içinden ister dışından bir sanat yönetmeni gelsin. Kaldı ki ilk defa kurumun dışından biri gelmiyor buraya. Gencay Gürün de, Kenan Işık da kurumun dışındandı. Öncelikle işleyen çarkın dişlilerini kendi istediğiniz noktada değiştirip sisteminizi kuruyuncaya kadar bir yılınız geçer. İkinci yıl, kurduğunuz sistemin sağlıklı işleyip işlemediğini görür, eksik ve gediklerinizi toparlarsınız. Ancak üçüncü yıl itibariyle gerçekten ne yapıyorsanız ortaya çıkar. Ondan sonra bir insana ‘başarılısın’ ya da ‘başarılı değilsin’ diyebilirsiniz. Bu yüzden genel sanat yönetmenliği için en az üç yıl gerekir.

 - Şehir Tiyatroları’nda gerçekleştirmek istediğiniz hedefler nelerdir?

‘Genç günler’, 25. yılında ve rüştünü ispat etmiş bir şenlik. Bu çalışmanın bütün sezona yayılmasından yanayım. Bu sebeple bir sahnenin onlara tahsis edilmesi gerekiyor. Geçen sezon Orhan Alkaya’nın kararını aldığı doğru ve başarılı her işin takipçisi olacağım. Üstüne ben kendi koymak istediğim taşları ekleyeceğim. Çocuk oyunları, üzerinde titizlikle duracağım bir konu. Ülkemizde olmadığı için yıllardır çok üzüntü duyduğum, kukla ve gölge tiyatrosunu kuracağım. Çünkü bir ülkenin tiyatro geçmişi, gölge tiyatrosunun geçmişiyle sorulur. Bu kadar uzak geçmişe sahip ve değerli bir gölge tiyatrosu kültüründen gelen bir toplumun sadece ramazan aylarında oynatılan Karagöz-Hacivat oyunlarına indirgenmesi çok yazıktır. Batı anlamlı tiyatroyu getiriyorum, o zaman geleneksel tiyatromu yok edeyim anlayışı var maalesef.

- Tiyatro Araştırma Laboratuvarı’nı (TAL) yeniden açmak yeni yönetmenlerin yetişmesi anlamında mı hedeflerinizin arasında yer alıyor?

Yetişmiyor maalesef. Türk tiyatrosunun çok büyük bir açığı bu. Yönetmen yetiştirme işini sonuna kadar desteklemek gerekir. Bunun için de bir yıl yurt dışındaki önemli tiyatrolarla temasa geçip ortak zemini ve protokolü hazırladıktan sonra buradan bir yönetmen adayını göndereceksiniz ve orada bir oyunu takip edecek başından sonuna.  Ben de böyle yetiştim. Teoride ders vererek yönetmen yetişmiyor. Bir yere kadar ön bilgi verirsiniz, sonrası usta-çırak ilişkisi ile gelişir. “Ben, Yaratana kuvvet çok güzel oynarım” demek geçmişte kaldı. Eğer 21. yüzyılda iş yapacaksak yaşam bankamda ne kadar ne biriktirdiysem onunla sanat yaparım. Bu anlamda TAL zaten çok uzun yıllar önce Beklan ve Ayla Algan öncülüğünde kurulmuştur. Çok başarılı eğitim programı uygulamışlardır. Ve kendilerini tekrar TAL’de görmek istiyoruz. TAL aynı zamanda oyuncu ve rejisör eğitimi adına da önemli bir beşiktir. Ben bu beşiğin kapatıldığını duyduğumda çok üzülmüştüm. Ve buraya gelmem kesinleştiğinde aklımdan ilk geçen TAL’i derhal açmaktı. Baktım ki geçmiş yönetim de bunu düşünmüş. Bu nedenle bu sezon TAL harekete geçecek.

 -Önümüzdeki sezon nasıl bir tiyatro bekliyor bizi?

İlk turun yarısından fazlası geçen yönetime ait oyunlardır. Bu oyunlara dokunmuş değilim. 2010 yılı üzerine bir proje hazırlanmamış. Bunu duyduğumda çok telaşlandım. Türkiye’nin tarihinde İstanbul kaç defa kültür başkenti oldu ve de bir daha ne zaman olacak? Onun için çok önemli. 2010’a proje alımı kapanmış durumda ama Şehir Tiyatrosu 2010’un doğal üyesi. Ocak ayında kendi olanaklarımızla bütün sahnelerimizin 2010’a ilişkin oyunlarla perde açmasının kararını aldık.  Sonrasında da inşallah sokağa çıkacağız. Çünkü İstanbul koca bir kent. Biz de bu kentin tiyatrosuyuz. Bu kentin meydanlarında, saray avlularında, gerekirse Harem-i hümayunda niye oynamayalım?

Bu haber toplam 7720 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.