1. HABERLER

  2. MAKALELER

  3. Julia Kristeva: Özgürleştiren Tekillik

Julia Kristeva: Özgürleştiren Tekillik

Biamag.org sitesinden HÜLYA DURUDOĞAN, Türk Psikanaliz Derneği'nin davetlisi olarak geçen hafta İstanbul'a gelen Bulgar asıllı psikanalist, yazar, felsefeci Julia Kristeva'nın düşünceleriyle ilgili izlenimlerini köşesine taşıdı.

A+A-

Biamag.org sitesinden HÜLYA DURUDOĞAN, Türk Psikanaliz Derneği'nin davetlisi olarak geçen hafta İstanbul'a gelen Bulgar asıllı psikanalist, yazar, felsefeci Julia Kristeva'nın düşünceleriyle ilgili izlenimlerini köşesine taşıdı. Durudoğan'ın köşesine taşıdığı ayrıntılar ise şöyle:

Julia Kristeva: Bulgar asıllı psikanalist, yazar, felsefeci... Kristeva Türk Psikanaliz Derneği'nin davetlisi olarak geçen hafta geldiği İstanbul'da, başka etkinliklere katılmanın yanı sıra iki de konuşma yaptı. Geçtiğimiz cumartesi sabahı The Marmara Oteli'nin geniş bir salonunun büyük bir kısmı dolmuştu. Kendi deyimiyle taşımaktan mutlu olduğu ve fark edenlere teşekkür ettiği renklerde çok şık bir kıyafet vardı üzerinde: mavi, beyaz, kırmızı...

Kristeva'nın hayranlık uyandıracak düzeydeki enerjisini hiç düşürmeden yaptığı konuşmalardan öğleden öncekinin başlığı "Kadınsı Deha," öğleden sonrakinin başlığı "Depresyon: Sözün Yaşamı ve Ölüm"üydü. Bu yazıda, psikanalize karşı geliştirilen savları eleştirdiği ikinci konuşmanın değil ilk konuşmanın üzerinde duracağız.

Konuşan Varlık olarak insan

Fransız kültürü ile Bulgaristan'da gittiği anaokulunda tanışan Kristeva, daha sonra okumaya gittiği Paris'ten geri dönmemiş ülkesine. 1960'lar Pa­ris'in­de­ki en­te­lek­tü­el ve po­li­tik at­mos­ferin yanı sıra üye­si ol­du­ğu Tel Quel gru­bun­da­ki fel­se­fi ve po­li­tik tar­tış­ma­la­rın Kris­te­va'­nın dü­şün­ce­lerini ge­liş­tir­me­sin­de­ki et­ki­si yad­sı­na­ma­ya­ca­ğı gi­bi; bu at­mos­fe­rin Kris­te­va'­nın fe­mi­nist ku­ra­ma da­ir fi­kir­le­ri­nin oda­ğı­nı oluş­tu­ran parlétre, ya­ni Türkçeye "ko­nu­şan var­lık" ola­rak çe­vi­re­bi­le­ce­ği­miz kav­ra­mı­nı ge­liş­tir­me­sin­de de çok bü­yük ro­lü ol­muş­tur. Kris­te­va, "ko­nu­şan var­lık" ola­rak in­sa­nı an­la­mak için ta­rih, dil ve di­ğer şe­kil­len­di­ri­ci güç­le­rin et­ki­si­ni in­ce­le­me­miz ge­rek­ti­ği­ni vur­gu­lar.

Kris­te­va'­nın fe­mi­nist ku­ra­ma kat­kı­la­rı üç baş­lık­ta top­la­yabiliriz: be­den fik­ri­nin in­sa­nî bi­lim­ler söy­lemle­ri­ne ta­şın­ma­sı ge­rek­li­li­ği­nin an­la­şıl­ma­sı ko­nu­sun­da­ki ça­ba­sı; öz­nel­li­ğin olu­şu­mun­da an­ne­li­ğe iliş­kin olan ile pre-ödi­pal ola­nın an­lamı açıklayıp, öne­mi­ni vur­gu­la­ma­sı ve son ola­rak da ab­jec­ti­on (dış­la­ma) kav­ra­mı­nı bas­kı ve ay­rım­cı­lı­ğı açık­la­mak için kul­lan­ma­sı.

"Le temps des fem­mes" adlı ünlü makalesinde hem bi­rin­ci, hem de ikin­ci dal­ga fe­mi­nist­le­ri eleş­tir­en Kris­te­va, bu ya­zı­sın­da eşit­lik ve fark­lı­lı­ğı her te­kil du­rum için ye­ni­den dü­şün­mek ve bu te­kil du­rum için ka­rar ver­mek ge­rek­li­li­ğin­den bah­sederek unes fem­mes fik­ri­ni ge­liş­tir­ir. Bu fi­kir­ler ay­nı za­man­da çok ko­lay ta­nım­lana­mayan bir akım olan "üçün­cü dal­ga"ya ze­min ha­zır­la­r.

Gerçek tekildedir...

Kris­te­va'­ya gö­re ka­dı­nı er­kek­ten ay­rı kı­lan şey sa­de­ce bi­yo­lo­jik fark­lı­lık de­ğil­dir. Bu fark­lı­lı­ğın an­lam ka­zan­ma­sı için mut­la­ka dil yo­luy­la te­laf­fuz edil­me­si ge­re­kir. Baş­ka bir de­yiş­le cin­se bağ­lı fark­lı­lık dil için­de ya­ra­tı­lır. Ya­ni Kris­te­va'­ya gö­re ka­dın­la­rın so­run­la­rı var olan sos­yal dü­zen­le öz­deş­leş­mek ve­ya bu dü­ze­nin ken­di­le­riy­le öz­deş­leş­me­si­ni ta­lep et­mek­le çö­zü­me ka­vuş­tu­rul­maz. Bi­rin­ci ku­şak fe­minist­le­rin ba­şa­rı­sı­nın sı­nır­lı kal­ma­sı­nın ne­de­ni de bu­dur.

Ka­dın­la­rın so­run­la­rı­nın çö­zü­mü için sos­yal ve dil­sel tem­sil dü­zen­le­ri­nin her iki­si­ni de kap­sa­yan ­psi­ko­sem­bo­lik ya­pı­nın ir­de­len­me­si ge­rek­ir. Do­la­yısıy­la üçün­cü ku­şak fe­mi­nist­le­rin en baş­ta ge­len gö­re­vi her ka­dı­nın tek­li­ği­ni, öz­nel­li­ği­ni ve öz­gün­lü­ğü­nü vur­gu­la­mak ol­ma­lı­dır. Baş­ka bir de­yiş­le, cin­si­ye­te da­ir olan ile dilsel ola­nın iliş­ki­si­nin oda­ğı­nı, ilk baş­ta ka­dın cin­si­ne özel olan ve son­ra da tek tek her ka­dı­na özel olan açı­sın­dan keş­fet­mek esastır.

Kris­te­va için ne bi­rin­ci ku­şak fe­mi­nist­le­rin dahil ol­mak is­te­dik­le­ri tem­sil bo­yu­tu, ne de ikin­ci ku­şak fe­mi­nist­le­rin ta­kı­lıp kal­dık­la­rı "vü­cut ve his­le­re" da­ya­lı bo­yut göz ar­dı edi­le­bi­lir. Dolayısıyla ya­pıl­ma­sı ge­re­ken, bu iki bo­yu­tun her te­kil ka­dın ve her te­kil ka­dı­nın için­de bulun­du­ğu te­kil du­ru­ma dair özel ifa­de­le­ri­ni bul­mak­tır. Bir söy­le­şi­sin­de Kris­te­va şöy­le der: (1)

"Ka­nım­ca, ar­tık bü­tün ka­dın­lar şek­lin­de ko­nuş­ma­mı­zın im­kân­sız ol­du­ğu bir dö­ne­me gel­dik. Ar­tık tek tek ka­dın­lar­dan bah­set­me­li­yiz (...) Bel­çi­ka'­da ya­yım­la­nan Les Ca­hi­ers du Grif ad­lı ka­dın der­gi­sin­de ba­sı­lan ko­nuş­ma­mın baş­lı­ğı "Unes Fem­mes"di. Bun­dan kas­tet­ti­ğim şu­dur: Ka­dın­la­rın oluş­tur­du­ğu bir top­lu­luk­tan bah­se­de­bi­li­riz, ama esas önem­li olan bu top­lu­lu­ğun kit­le şek­lin­de mü­ta­laa edil­me­me­si. Bu top­lu­luk tek tek öz­gün ka­dın­lar­dan oluş­ma­lı. Ve bu dö­nem­de fe­mi­niz­mi teh­dit eden en bü­yük teh­li­ke sü­rü şek­lin­de fe­mi­nizm yap­ma dür­tü­sü­dür. Top­ye­kûn fe­mi­nizm yap­ma ilk baş­lar­da ge­rek­li bir du­rum­du. Çünkü ka­dın­lar ses­le­ri­ni 'kür­taj hak­kı is­ti­yo­ruz', 'mah­rum edil­di­ği­miz sos­yal hak­la­rı is­ti­yo­ruz,' di­ye ba­ğı­ra­rak du­yur­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar­dı. Fa­kat biz ke­li­me­si git­tik­çe so­run­sal bir ha­le ge­li­yor. Biz de­ğil ben­ler'­den bah­set­me­li­yiz. Bi­zi ken­di di­li­mi­zi bul­ma­ya yö­nel­ten bu ba­kış açı­sı ol­ma­lı."

Kris­te­va'­nın "unes fem­mes" fik­ri­nin özü olan tek tek öz­gün ka­dın­lar­dan olu­şan bir top­lu­luk ol­ma ha­li­nin ba­zı amaç­lar için bir­lik­te ha­re­ket et­me­yi müm­kün kıl­an olum­lu sonuçlara yol aç­tı­ğı açıktır. Bu­nun ya­nı sı­ra, unes fem­mes fik­ri Kris­te­va'­ya fe­mi­nist ha­re­ke­tin yan­lış­la­rın­dan ola­rak gördüğü bir dü­şün­ce­yi -ya­ni, bir in­sa­nı ni­te­le­ye­bil­mek için o in­sa­nı ba­zı ka­te­go­ri­ler dâhilinde dü­şün­mek ge­rek­ti­ği dü­şün­ce­si­ni- eleş­tir­me fır­sa­tı­nı da ve­rir. Kris­te­va'­ya gö­re gü­nü­müz­de eko­no­mik sı­nıf­lar­dan ba­hsetmek ye­ri­ne ar­tık cin­sel açı­dan ay­rış­tı­rı­lan sı­nıf­lar­dan bah­se­der ol­duk. Hâlbuki ka­dın er­kek de­me­den he­pi­mi­zin çok ken­di­mi­ze has bir cin­sel­li­ği vardır.

Konferansa geri dönersek, şu ana kadar söylediklerimiz sabah oturumunun konusu ile yakından ilintili. Konuşmasına "kadın olmak çok zor, hele özgür kadın olmak çok daha zor" sözleri ile başladı Kristeva. Ona göre kadınlara has deha" ortaya çıkmıyor zira kadınlar bile bu dehadan korkuyorlar! Bu farklılığı üstlenmek için cesaret ve özgür olmayı istemek lazım. "Kadınsı Deha" üçlemesinde, özgür kadınlara üç örnek veriyor Kristeva: Colette, Melanie Klein ve Hannah Arendt. Kristeva'ya göre "Evet, kadınsı deha var" ve "Kadınsı Deha" üçlemesindeki kadınlar da bunun kanıtı!" Bir dinleyicinin yorumunu aktararak "eğer Kristeva'nın kendisi buna kanıt değilse!" Daha önce de dediğimiz gibi genel olarak feministlerden bahsedilemeyeceğini söylüyor Kristeva. Son kuşak feministler için feminizmin mesajı yaratıcılığı ile kültüre katkıda bulunacak tekil kadınların varlığı olmalı. Kristeva bu üç kadında bir çeşit "kadını aşma" görüyor. Yaratıcı bir özne olmak için önce biyolojiyi aşmak, sonra da kolektif içinde kendini aşmak; unes femmes olmak gerekiyor. Kristeva deha fikrini Ortaçağ'da yaşamış bir felsefeci olan Duns Scotus'tan aldığını belirtiyor.

Duns Scotus'un "Gerçek genel fikirlerde değil, tekildedir" düşüncesinden çok etkilenmiş olan Kristeva, feminizme dair görüşünü şöyle aktardı: "Tekilliğin üzerinde yoğunlaşmak suretiyle kitle feminizmi ile arama mesafe koyuyorum. Bazen beni özcülük ve farklılıkçılık ile suçluyorlar. Ben de onlara 'feminist,' özcü ya da farklılıkçı değilim; Scotusçuyum diyorum. Kimse anlamıyor tabi."

Topyekûn feminizm de bir yere kadar...

Kristeva konuşmasının bir noktasında 1960'ların ortalarından sonraki -kadın özgürlük hareketi dâhil -özgürlük hareketlerinde olumsuz sonuçlara götüren ortak bir tavır olduğundan bahsetti. Özgürlük hareketi olarak başlayan hareketlerin insanları tek tipleştirdiklerine dikkati çekerek bunun tekilliği ve hayatı reddetmek olduğunu ve kişilerin özgürlüğünü boğan bir hale dönüştüğünü anlattı. Kristeva içinde bulunduğunuz grubun totaliter amaçlarına tâbi olduğunuz ve onların dışına çıkamadığınız zaman özgürlükten geriye bir şey kalmadığını vurgulayarak bunun bir çeşit faşizme yol açtığını belirtti: "'bütün insanlar aynı,' 'bütün kadınlar aynı,' 'bütün eşcinseller aynı'" gibi anlayışlar, hem kamplaşmalara yol açmakta, hem de farkı reddetmekte ve bunlara bağlı olarak kötülük üretmektedir."

Kristeva ilk konuşmasının sonlarına doğru söylediklerini kendi kelimelerinden derlersek: "Kadınlara 'tekil tecrübeleri dinleyin' diyorum. Kendinizdeki tekliği dinleyin ve bunu paylaşın. Bu tekillik endişesini Beauvoir'da da sürekli olarak görüyoruz. Hep tek kadınlarından bahseder Beauvoir. Hep kişisel tecrübe söz konusudur... Kadınların sürdürmesi gereken iki mücadele var: Biri kitle hareketi ile haklar ve eşitliklerin savaşımını sürdürmek. Diğeri, kadın ve erkek bütün insanların tekilleşmesi ve özgürleşmesi için yaratıcılığı vurgulamakta ısrar etmek... Bütün kadınları özgürleştirmek lazım!"

Son olarak, bütün kadınları özgürleştirmek için en etkili ve gerekli yöntemin psikanaliz olduğunu sık sık tekrarladığını fark ediyoruz Kristeva'nın. Memleketimdeki kadınları düşününce "vay halimize!" demekten kendimi alamıyorum... (HD/EÜ)

____________________________________________________________________________

(1) Mitc­hell Gu­ber­man (1996), Interviews with Kris­te­va, New York: Co­lum­bia Uni­ver­sity Press. s. 116.

Bu haber toplam 9935 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum